Karanlık güzeldi. Serin sular ile büyük dalgalar ise ürkütücü. Gözlerim dolu, ağlamamak için kendimi sıkarken bedenimin uyuştuğunu hissediyordum. Soğuk rüzgarlar ardı sıra bedenime değip geçerken ürküyordum. Üşüyordum, gerçekten öylesine çok üşüyordum ki, kat kat yorganlara sarılsam, kor alevlerin arasında dursam yine de hiç ısınamayacakmışım gibi geliyordu. Aşağılanmışlığın verdiği o karanlık öfke ile acizlik kanımda dolaşıyordu. Öfkeliydim, mutsuz ve yalnızdım.
Kafeden uzaklaşmış, kendimi deniz kenarına sürüklemiştim. Dalgaların hissettiğim tüm bu kötü duyguları alıp götürmesini umuyordum. Acılarımı rüzgara fısıldıyor, bir nebze olsun rahatlamayı umuyordum. Fakat aksine çok üşüyor ve daha kötü hissediyordum. Her seferinde daha ne kadar kötü hissedebileceğimi düşünüyordum. Sonra bunun bir sonunun olmadığını fark ediyordum.
Kollarımı bedenime sarmış bankta otururken en az iki saattir burada bu şekilde durduğumu biliyordum. Hızla akıp giden zamandan geriye sadece vücudumda ve ruhumda bırakılan o derin, hiç kapanmayacak yaralar kalıyordu. Her bir saniyeyle benden uzaklaşan insanlar, ruhuma derin bir çentik atıyordu.
Mesele yaralanmak değildi, mesele o yaraların hiç iyileşmeyecek olmasıydı.
"Yalnız kalınca hiçbir şey düzelmeyecek Yazgı," dedi bir erkek sesi.
Öylesine dalmıştım ki, sesi algılamam ve tanımam birkaç uzun saniye sürmüştü.
Konuşan kafenin sahibi Orhan amcaydı. Üzerime siyah kabanımı örtercesine bırakıp sağ tarafımdaki boş kısma oturduğunda ben ona, o ise benim birkaç saniye önce baktığım denize bakıyordu.
Saçlarının çoğu beyazlamasına rağmen yer yer hafif siyah renklere sahipti. Gözleri kahverenginin açık bir tonuydu. Göz çevresindeki kırışıklıklar o kadar belirgindi ki, hikayesini bilmesem de hayatın Orhan amcaya pek iyi davranmadığı kesindi. Dudakları düz bir çizgi halini almıştı, içinden her ne geçiyorsa iyi şeyler olmadığına emindim.
"Bazen gerçekten her şeyini kaybettiğini hissedersin. Gerçekten hiçbir şeyin ve hiç kimsenin kalmadığını. Dağılır ve kendi kuytu köşene çekilirsin. Ama sonra... Sonra fark edersin ki yaşamak için seni terk edip giden o insanlara ihtiyacın yok. Evet zor, ama imkansız değil. Hayatta insanlardan daha çok tutunacağın bir şey var Yazgı, o da kendin."
Bir saniye durup küçük bir nefes aldığında devam etmesini bekliyordum.
"Ben, Nazlı, Koray veya hayatındaki herkes gidebilir, seni terk edebilir. Ama sen.. Sen Yazgı; tüm olumsuzlukların üstesinden gelebilirsin."
Sözlerini idrak etmemle bunun doğru olduğunu kabul etmedim, aksine içimde büyük bir itiraz etme isteği baş göstermişti.
"Dayanabilecek kadar güçlü değilim," dedim, sesim hissettiğim kadar kötü, kısık ve çatallı çıkmıştı.
"Öylesine kırık döküğüm ki, öylesine gururum incindi ki... Nasıl toparlanırım bilmiyorum. Aslında toparlanmak istediğimden bile emin değilim. İçimde büyüyen bir öfke var, bunu zapt etmek her geçen gün zorlaşıyor. Hiçbir şeyin üstesinden gelemiyorum, çabalıyorum ama başarılı olamıyorum," dedim sakin ve kısık bir ses tonuyla.
"Bazen Yazgı, başarılı olup olmadığımızı hemen anlayamayız, tıpkı küçük bir ağacın hemen meyve vermeyeceği gibi, bazı başarılar da kendisini hemen belli etmez. Çabalamak önemlidir, şartlar ne olursa olsun pes etmemek.."
"Bugün kafede olanları biliyorum, saatlerdir ortalarda olmadığını da. Koray delirmiş durumdaydı. Seni merak ediyordu. Nazlı ise üzgün... Ama sen tam anlamıyla rotasını şaşırmış bir gezgin gibisin. Ürkek, şaşkın.. Ne yapacağını bilmiyorsun. Yerle bir olmuş enkazsın ve ruhun bu enkazın altında can çekişiyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mürekkebi
General Fiction"Ona benzemiyorum," dedim dişlerimin arasından. Beni bu denli sinirlendireceğini düşünmediğinden yüzündeki gülümsemenin yerini şaşkın bir ifade almıştı. "Ona benzemiyorum," dedim inatla, gözlerim dolu bir şekilde. Ardından da öfkeyle gözlerimi yumd...