Bölüm 28
Soğuk bir rüzgar öfkeden alev alev yanan tenimi yalayıp geçti. Öfkeden kaskatı kesilmiş bedenim, soğuğu bir nimet gibi kucaklarken dişlerimi çenemi ağrıtacak denli çok sıkmıştım.
Ölümden kaçarken geldiğim yerin cehennem olduğunu bilmiyordum.
Bilseydim ölümü tercih edeceğimden adım kadar emindim.
Öfkem giderek kabarırken duygularımı yansıtmamak konusunda oldukça kararlıydım.
Kafam dik bir şekilde karşımda durmuş adama bakıyordum.
Babam olan adama.
Yıllardır bir hiç olarak gölgelerde saklanan adama.
Ortamdaki sessizliği benim bölmeyeceğimden emin olduklarından dolayı tekrar konuşmak gerektiğini hissetmişti ki hafifçe gülümseyerek öne doğru bir adım attı.
"İçeriye geçip konuşsak çok iyi olur," dedi ve sol elini yana doğru uzatıp gideceğimiz yönü gösterdi.
Yavuz da dahil herkesin bakışlarının üzerimde olduğunu, benden bir tepki beklediklerini biliyordum.
Sessiz kalarak bir adım attım.
Hep beraber birkaç metre ötedeki villaya doğru, zifiri karanlıkta yürümeye başlamıştık. Adamların elinde olan fenerler sayesinde önümüzde uzanan toprak yol aydınlanmış olsa da çukurlara birkaç kez takılıp yalpaladım.
Her defasında Yavuz bana doğru uzanmış, ellerinin arasından elektrik varmışçasına kaçmıştım.
Gerilen sinirlerim ve ikide bir takıldığım için burkulan ayak bileklerim beni daha çok zorlasa da sessiz kalmaya devam ettim ve sadece yürüdüm.
Ruhumda hislere dair ne kaldıysa hepsini birer birer öldürerek.
Sevdiğim herkesi zihnimde teker teker öldürerek.
Benden geriye artık hiçbir şey kalmadığını bilerek yürüdüm. Düşmanın inine doğru.
Ve o düşman babamken. Beni düşmana teslim eden sevdiğim adamken.
Olduğumdan daha çok yara alamazdım ben.
Tetiği çeken Yavuz iken.
Beni toprağa diri diri gömerken, sevgi dahil tüm duygular hükümsüzdü artık.
Çünkü ölü bir bedenin hisleri olmazdı.
Ruhumu kavuran düşünceler eşliğinde adımlar atıyor, eve yaklaştıkça daha çok yok oluyordum sanki.
Nihayet bana kilometrelerce gelen mesafe sona ermiş, büyük villanın içine adım atmıştık.
Dışarısının karanlığına karşılık ev ışıl ışıldı. Her yer altın renkli eşyalarla kaplı, oldukça şatafatlıydı.
Sakin adımlar atarken beynim evi santim santim hafızama kazıyordu.
Uzun koridoru geçip nihayet salona geldiğimizde holdeki eşyalarla aynı renk ve şatafattaydı burası da.
Her bir eşya ne kadar pahalı olduğunu bağırıyordu sanki.
Masraftan kaçınılmadığı çok belliydi.
Vitrinler, gümüşlükler, koltuk takımının ortasında duran sehpa hepsinin üzeri değerli vazolar, çeşitli süs eşyalarıyla doluydu.
Herkes sus pus olmuş benden gelecek bir tepki bekliyorlardı.
Fakat konuşmamaya kararlıydım.
"Siz dağılabilirsiniz. Devriyeleri sıklaştırın, planladığımız gibi," dedi Oktay isimli yabancı.
"Bizde şöyle oturalım istersen Yazgı," diye de ekledi sözlerine.
Kıpırdamayacağımı belli eden bir şekilde meydan okurca bir eda ile baktım gözlerine.
"Pekala," dedi ve ne yapacağını bilemez bir şekilde arkamdaki adamlara baktı.
Yıllardır tanıdığımı sandığım adama ve kalbimi teslim ettiğim adama.
Varlıkları bir zamanlar bana huzur ve güven veren değer verdiğim insanlara.
"Yazgı bak..." dedi Koray günlerdir beklediği anın geldiğini bilmenin heyecanıyla.
O konuşmasına devam etmek için derin bir nefes almıştı ki, bir çift adım sesi dikkatleri üzerine çekmişti.
Ortama elle tutulur cinsten bir gerginlik hakimdi fakat adım seslerinin geldiği yöne, arkadaki merdivenlere doğru baktığımda sanki mümkünmüş gibi gerginlik daha da arttı.
Haftalardır görmediğim annem kendinden emin bir eda ile merdivenleri iniyor, yıllardır bir alkolik değilmiş, o lanet yıllarda rezil bir halde yaşamamış gibi yürüyordu.
Boğazıma öfkeden bir yumru oturduğunda, ifadesiz kalmak için tüm gücümü harcamam gerekmişti.
"Hoşgeldin kızım," dedi annem sanki çok muhteşem bir aileymişiz gibi.
"Geldiğin iyi oldu hayatım, oturup konuşacaktık şimdi," dedi Oktay ardından da yanında duran annemi beline sarılarak kendisine doğru çekti.
Onların bu haline tiksintiyle baktım.
Öfkeden, utançtan ve adını sayamayacağım birçok duygudan ötürü hakimiyetimi kaybetmek üzereydim.
"Nasılsın Yazgı?" Diye sordu annem hafifçe gülümseyerek.
Onun bu "her şey yolunda" tavrı oldukça sinirlerimi bozuyor, dayanma gücüm sıfıra iniyordu.
Susmak istesemde bu çok anlamsızdı.
"Nasıl mıyım?" Diye sordum kendime hakim olamayarak.
"Nasıl mı?" Dedim tekrardan daha yüksek bir sesle, ardından da histerik bir şekilde güldüm.
"Yıllardır bildiğim her şey yalanmış," dedim kollarımı iki yana açarak.
"Koray abimmiş, babam sandığım adam değilmiş. Yıllardır her anımda yanımda olan adam koca bir yalanmış," dedim Koray'ın gözlerinin üzerimde olduğunu bilerek.
"Yabancılarla dolu bir evde kapana kısılmış, şeref yoksunu ebeveynlerimin karşısındayım işte," dedim tükürürcesine.
Sözlerim onları sarsmış olmalıydı ki karşımdaki adam sertçe öksürmüş, annemse giderek kızaran yüzüyle bana bakıyordu.
"Siz hepiniz," dedim iğrenerek.
"İğrençsiniz."
"Aşağılık birer pisliksiniz," dedim sözlerimin ağır olmasını umarak.
"Şimdi karşıma geçmiş, ne konuşacağız ki? Keşke," dedim.
Boğazımdaki sert yumruyu yutkunmaya çalışarak.
"Keşke hiçbirinizi hiç tanımasaydım. Keşke gerçekten o adamın kızı olsaydım. En azından ebeveynlerimin bu kadar iğrenç olduklarını bilmeseydim.."
"Yazgı ağır konuşuyorsun," dedi Oktay annemin belini bırakıp bir adım öne atarak.
"Ağır mı?" Diye sordum gülerek.
"Sen bunlara ağır laflar mı diyorsun?" Dedim ve sakin adımlarla birkaç metre ötemdeki konsola doğru yürüdüm.
Üzerindeki değerli aksesuarlara baktım, bir tane altın renkli vazoyu elime aldım ve desenlerini inceleyerek konuşmaya devam ettim.
"Ben sana neyin ağır olduğunu söyleyeyim mi?" Diye sordum bakışlarımı ona çevirerek.
"Yıllarca," dedim ve elimdeki vazoyu sertçe yere fırlattım.
Vazo tuzla buz olurken elime başka bir objeyi alarak devam ettim sözlerime.
"Aşağılanmak," dedim ve elimdeki obje de yerle buluştu.
Başka bir objeyi tekrar parmaklarımın arasına aldım ve ilk defa görüyormuş gibi bakarken gülümsedim.
"Dayak yemek," dedim ve obje yerle buluştuğunda çıkan ses ile gülümsedim.
"Aç bırakılmak,"
"Kendi kazandığım paraya rağmen aç kalmak,"
"Soğukta, dışarıda bırakılmak."
Teker teker cümlelerimi kuruyor , her bir cümleden sonra da bir eşya yerle buluşup tuzla buz oluyordu. Hepsi benden böyle bir hamle beklemediklerini gösterir bir şekilde bakıyordu yüzüme.
Umursamayarak eylemimi devam ettirdim.
"Yıllarca alkolik bir sürtükle yaşamak," dedim kırıcı olduğumdan emin olmak için tane tane, bekleyerek.
Etkili olmuş olacaktım ki annem irkildi ve gözlerini son derece açarak baktı bana.
Bu oldukça hoşuma gittiğinden bakışlarımı yanındaki adama çevirdim.
"Şeref yoksunu bir adamın kızı olmak," Diye ekledim sözlerime.
"Adi, alçak..."
ardından ufak bir kahkaha attım.
"Şöyle bir düşününce size rağmen, oldukça iyi biriyim.." dedim gülümseyerek.
"Allahtan size benzemiyorum hem de hiç," dedim tiksinerek.
Konuşacak halim kalmamış, konsolun üstündeki objelerin hepsini de nihayet bitirmiştim.
Açıkçası söylediklerim beni oldukça rahatlattığından, mutluydum da.
"Haddini aşıyorsun Yazgı! Her ne olursa olsun biz senin anne ve babanız ve her zaman iyiliğini isteriz," dedi Oktay.
Alayla güldüm.
"Gerçekten mi?" Dedim inanamaz bir şekilde.
Bir de pişkin pişkin bana laf yetiştiriyordu.
Birkaç dakika nefretle yüzüne baktıktan sonra öfkeyle konuştum.
"Kalacağım oda nerede?" Diye sordum.
Burada kalmayı elbette hiç istemiyordum fakat şu anlık bir çıkış yolum yoktu.
Biraz dinlenecek ve buradan kurtulmanın bir yolunu bulacaktım.
"Üst katta sağdan ikinci oda," dedi.
Orada onlarla daha fazla bulunmak istemediğim için hızlı adımlar atarak merdivenleri çıktım ve bana söylenen odaya girdim.
Yavuz da benim birkaç adım arkdamdan gelerek takip ediyordu.
Onun odaya girmesine fırsat tanımayarak kapıyı yüzüne kapadım.
Aramızda birkaç metre mesafe olduğundan o gelene kadar elimi hızlı tutarak, kapının hemen yanındaki makyaj masasını itekledim ve kapıya siper olacak şekilde yasladım.
Ben tam bitirmiş derin bir nefes almıştım ki Yavuz kapıyı açabilmek için zorlamaya başladı.
"Yazgı aç şu lanet kapıyı," dedi öfkeyle. Benden böyle bir hamle beklemiyor olmalıydı.
Fakat bunca şeyden sonra gelip bir de onunla aynı odada bulunamazdım.
Tüm gücüyle denese de kapıyı açamıyor, makyaj masası tam istediğim gibi engel oluyordu ona.
Nihayet pes etti.
Yavuzun uzaklaşan adım seslerini duyduğumda derin bir nefes alarak yere çöktüm ve sırtımı makyaj masasına dayayarak yere oturdum.
İçimden birçok duygu geçerken tek yaptığım bomboş bakmak oldu.
Ağlamak, bağırmak çağırmak her şeyi kırıp dökmek istiyordum fakat kolumu kaldıracak mecalim yoktu.
Dakikalar sonra gözyaşlarım yavaşça süzüldü gözlerimden.
Yavuz'u kalbimden tamamen atmak mı bu kadar yakıyordu canımı?
Yoksa düşmanlarla dolu bir evde bulunmak mı?
Bilmiyordum.
Tek bildiğim göz yaşlarım ardı arkasına akmaya devam ederken, tüm bunları daha fazla kaldıramayacağımdı.Herkese merhaba, dilerim bölümü beğenirsiniz. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Keyifli okumalar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mürekkebi
General Fiction"Ona benzemiyorum," dedim dişlerimin arasından. Beni bu denli sinirlendireceğini düşünmediğinden yüzündeki gülümsemenin yerini şaşkın bir ifade almıştı. "Ona benzemiyorum," dedim inatla, gözlerim dolu bir şekilde. Ardından da öfkeyle gözlerimi yumd...