Bölüm 23

84 9 0
                                    

Bölüm 23
Yağmur taneleri ardı arkası kesilmez bir şekilde inerken gökyüzünden bakışlarımı bir an bile çekmedim aşağıda öylece durmuş bana bakan Yavuz'dan.
Soğuktaydı ve sırılsıklam olmuştu.
Balkonda olduğumu biliyordu fakat bu bile şu an umurumda değildi.
Kalbim öyle kırgındı ki ona karşı, diğer herkesten daha çok yakmıştı canımı.
"Ona aşıksın değil mi?" Diye soru arkamdan bir ses.
Öylesine dalmıştım ki dışarıya, Orhan amcanın birkaç adım arkamda durduğunu bile hissedememiştim.
Hafifçe bedenimi ona doğru çevirdim ve dolu gözlerimle loş bir ortamda kalan silüetine baktım.
Suskunluğumu anlayacağını biliyordum.
Hep anlardı.
"Şu an belki de en çok ona kızgınsındır," dedi Orhan amca bir adım öne atarak.
"Kalbin en çok onun için acıyordur. Çünkü artık onun için atıyor," dedi bilgece, bir adım daha atarak.
"Büyük bir çıkmazda tek başınasın gibi geliyor. Üstelik kalbin bile sana ait değilken.." dedi ve bir adım daha atarak tam yanımda durdu.
"Ona doğru koşmak ile ondan kilometrelerce kaçmak arasındasın. İkisinden birini de yapsan ölecek ruhun bunu da biliyorsun," dedi ve Babacan bir tavırla omzumu sıvazladı.
"Her neyi yaparsan yap kızım. Ölüm var. Ayrılık var. Ve emin ol pişmanlık.. hepsinden zor.." dedi ve titrek bir nefes aldı.
"Hayatta... Mezar taşına bakmak.. ve bir şey yapamamakta var kızım," dedi ve omzumdaki elini indirdi.
"Ne kadar kırgın olursan ol, ne kadar öfkeli olursan ol. Aşk tüm duygulardan büyüktür," dedi ve hafifçe gülümsedi.
"Ölümse hepsinden, o yüzden git ve konuş onunla."
"Hiçbir şey için geç olmadan."
Dedi ve arkasını dönüp sanki mümkünmüşçesine olduğumdan da kötü bir halde bıraktı ve gitti beni.
Ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bilemez bir şekilde bakışlarımı tekrar yağmurun altında ıslanmakta olan Yavuz'a çevirdim.
Birkaç dakika öylece ona baktım..
kabul etmek istemesemde ne yapacağımı biliyordum.
Ayaklarım sanki beynimden bağımsızmışçasına özerkliğini ilan etmiş, günlerdir içimde bulamadığım bir enerjiyle çıkmıştı evden.
Asansörü bile çağırmaya gerek görmeyerek hızla indim merdivenleri.
Apartmanın dış kapısının önüne geldiğimdeyse derin bir nefes aldım ve açtım.
Yağmuru önemsemeyerek dışarıya adım attım.
Göz yaşlarımın yağmura karışmasını dileyerek kaldırdım tüm bariyerlerimi.
Yavuz'dan birkaç adım ötede öylece baktım yüzüne.
Yavuz ise iri bedeniyle öylece durmuş, sırılsıklam olmuştu.
Yağmur öylesine şiddetli yağıyordu ki saniyeler içerisinde benim bile kıyafetlerim sırılsıklam olmuştu.
"Ne işin var burada?" Diye sordum sesimi yağmur ve rüzgar seslerine karşı duyurmaya çalışarak.
"Beni rahat bırak," dedim sinirle.
"Hayatımda istemiyorum hiçbirinizi," diye de ekledim.
"Bu kadar kolay değil Yazgı," dedi Yavuz kelimelerin üzerine bastırarak.
"Beni öyle kolayca çıkaramazsın hayatından," dedi ve aramızdaki mesafeyi bir adım atarak kapattı.
"Neden?" Diye sordum ağlamaklı bir sesle.
"Sen bana kolayca yalanlar söylerken, her şeyi benden saklarken. Ben neden seni hayatımdan çıkaramayacakmışım Allah'ın cezası?" Diye sordum bağırarak.
"Çünkü bana aşıksın. Çünkü içinde bir yerlerde ne yaparsan yap, yok edemeyeceksin beni," dedi ve ellerini kaldırarak sıkıca fakat canımı da yakmadan güçlü elleri kollarımı sardı.
"Bana söylemeliydin," dedim artık gözyaşlarım yağmur ile yarışacak bir hızda akıyordu.
"Sen söylemeliydin," dedim daha çok üzerine basarak.
Durdu ve derin bir nefes aldı.
O zamana kadar fark etmesemde oldukça bitkin duruyordu.
Sanki hasta gibiydi veya başka bir sorunu vardı.
"İyi misin?" Diye sordum telaşla.
Yavuz'u aylardır görüyordum ve ilk defa böylesine halsiz görüyordum onu.
Kaşlarım çattım ve burnumu çekerek tekrar sordum.
"Ne oldu?" Dedim bir cevap vermesini umarak.
O ise sadece bana bakıyor, bir tepki veya cevap vermiyordu.
"Yorgunum sadece," dedi sadece bunun olmadığını biliyordum.
Teleşla ne yapacağımı bilemeyerek etrafa baktım.
"Gel," dedim ve bu sefer onun itiraz etmesine izin vermeden güçlü bedenini ince kollarımla sardım.
Oldukça yavaş adımlarla ilerleyerek apartmandan içeriye girdik.
İkimizde baştan aşağıya sırılsıklam olmuştuk ve neredeyse Yavuz'un bilinci kapanmak üzereydi.
Zoraki adımlarla ilerledik ve asansöre bindik.
Orhan amcanın dairesi üçüncü katta olduğundan çabucak varmıştık.
Asansörden çıkıpta birkaç adım atmıştık ki Yavuz da tamamen bırakmıştı kendini. Bir an onun ağırlığını taşıyamayacaktım ki, şans eseri Orhan amca kapıyı açmış, ondan beklemediğim kadar atik bir şekilde kavramıştı Yavuz'un iri yarı bedenini.
İkimiz beraber zorlukla benim yattığım kanepeye onu yatırmış, nefeslenmek için birkaç saniye beklemiştik.
Yavaşça eğildim ve elimin tersini Yavuz'un anlına yasladım .
Tam da tahmin ettiğim gibi ateşi vardı ve neredeyse cayır cayır yanıyordu.
"Orhan anca sen senin gömleklerinden birini getirir misin? Bende bir havlu alayım," dedim ve hemen işe koyularak önce üstünü değiştirdik, ardından da saçını havlu ile kuruladım.
Biz tüm bunları yaparken Yavuz bilinçsizce yatıyordu.
Hızlıca ecza dolanına baktım ve işime yarayabilecek bir hap ve su alarak Yavuz'un yanına geri döndüm.
"Yavuz," dedim ve hafifçe dokunarak gözlerini aralamasını sağladım.
"Haydi iç şunu," dedim ve hapı ağzına iteleyerek su ile beraber yutmasını sağladım.
Zorlukla içtikten sonra tekrar gözlerini kapadı.
Orhan amca birkaç dakika sonra elinde küçük bir kova, bir de bez ile dönmüştü.
"Ocağa çorba koydum, kızım sende bezi anlına koy," dedi ve tekrar mutfağa doğru uzaklaştı.
Yavuza bir şey olmamasını dileyerek bezi birkaç dakikada bir ıslattım ve onun anlına koydum.
Yaklaşık yarım saat sonra Orhan amca elinde bir tabak ile gelmişti.
"Şunu da içsin, sabaha bir şeyi kalmaz merak etme sen," dedi ve elindeki çorba tabağını bana verip bizi yalnız bırakarak uzaklaştı.
"Yavuz," dedim tekrar uyandırarak onu.
"Haydi şunu iç," dedim bir yandan da endişe ile süzüyordum onu.
"Ben böyle olsun istemedim," diye sayıkladı uykusunda.
Yüksek ateşi olmasaydı eminim ki böyle bir şey olmayacaktı.
"Tamam," dedim her neyden bahsediyorsa önemsemeyerek.
"Bu çorbayı iç, haydi," dedim ve gözlerini açmasını sağlayarak biraz olsun kendisine gelmesini bekledim.
Ardından da yavaşça içirdim tüm çorbayı. Biraz zorlansa da bitirdi ve tekrar gözlerini kapayıp uykuya daldı.
O uykuya daldıktan çok uzun bir süre sonra, halsizlik bedenimi ele geçirinceye kadar başındaki bezi ıslatıp tekrar tekrar koydum ve iyileşmesi için içimden bildiğim tüm duaları ettim.
Yanı başındaki tekli koltukta ne zaman olduğunu bile hatırlamadığım bir şekilde uyku bedenimi ele geçirmiş, karşı koyamayacağım  bir şekilde mağlup etmişti beni.
Sabahın ilk ışıkları odaya vururken gözlerimi açtım ve ilk iş olarak elimle Yavuz'un alnına dokundum.
Isısı normale dönmüş, artık ateşi kalmamıştı.
İyi olmasına içimden şükrederek gün ışığının aydınlattığı yüzüne biraz daha bakmayı sürdürdüm.
Onu bu kadar kısa zamanda öyle çok özlemiştim ki.
Sanki kokusunu duymayalı, ona dokunmayalı asırlar olmuştu..
"Beni bu kadar izleyeceğini bilsem önceden hastalanırdım," dedi aniden gözlerini açarak.
Gri harelerle çevrili yeşil gözleri ela gözlerimle buluştuğunda, o yeşilliklerde sonsuza kadar kaydolabileceğimi hissettim.
"İzlemiyorum," dedim inkar yolunu seçerek.
"Eminim," dedi ve gülümseyerek yattığı yerden doğruldu.
Önce Üzerindeki gömleğe hoşnutsuzca baktı.
Ardından da çevresine bakındı ve kendi kazağını bulur bulmaz hızlıca gömleği çıkartıp bir köşeye attı.
Gömleği çıkardıktan sonra kazağı giydiği süre boyunca elimde olmadan bakmıştım kaslı ve pürüzsüz vücuduna.
Belli etmemeye çalışsam da Eminim baktığımı biliyordu.
Bu adam her  şeyi biliyordu zaten.
Aramızda birkaç dakika boyunca süren sessizlikten sonra kapı zilinin sesi duyuldu. 
Sakin adımlarla kapıya doğru ilerlemeye koyuldum.
Gelen yüksek ihtimalle Nazlı olduğundan deliğe bakma ihtiyacı hissetmeden açtım.
Ve karşımda gördüğüm kişiye şaşkınca bakakaldım.
Selim her zaman ki o gülümsemesiyle otuz iki diş bir şekilde kapının kasasına yaşlanmış duruyordu.
"Günaydın kaçak prenses nasılsın bakalım?" Diye sordu ve hiç müsade bile istemeden içeriye adım attı.
"Sinirli prens nerede bakayım?" Dedi ve meraklı bir ifade ile bir saniye bile beklemeden ilerlemeye başladı.
En nihayetinde Yavuz'u bulduğunda da sanki kendi evindeymiş gibi rahatça geçti içeriye.
"Dün akşamdan beri sana ulaşmaya çalışıyorum. Allahtan Orhan abiyi aradım da anlattı durumu," dedi koltuğa rahatça gömülerek.
" Seni inatçı domuz, Allah bana yaptığın işkenceleri çektirdi işte sana," dedi ve büyük bir kahkaha attı.
Bunu bile özleyebileceğimi düşünmezdim ama Selim'in bu hallerini bile özlemiştim.
Ayrıca zihnimde bir yer Yavuz'un Selim'e ne yapmış olabileceğini sorguluyordu.
"Kes sesini," dedi Yavuz hafifçe yüzünü buruşturarak ayaklarını yere sarkıttı.
Bir soğuk algınlığının onu bu denli sarsmış olması kaşlarımı çatmama neden oldu.
"Ne oldu?" Diye sordum bakışlarımı Yavuz'dan ayırmayarak.
"Sen yağmurdan dolayı böyle olmadın değil mi?" Diye sordum. istemsizce telaşlanmış merakla Yavuz'a bakıyordum.
Biraz daha sessiz kalırsa elimin tersini yüzüne geçirecektim.
"Yakın zamanda bir saldırı olmasını planlıyorlar," dedi Yavuz yavaşça.
"Geçen gün akşam, önümü kestiler,"
Dedi ve tepkimi bekleyerek baktı yüzüme.
Kalbim bir an duracak gibi oldu. gözlerim Yavuz'un bedeninde darp izi ararken cümlesini bitirmesini delicesine büyük bir telaşla bekledim.
"Bir şey olmadı merak etme," dedi yavaşça.
"Sadece bir tanesi çakı çıkarttı ve Yavuz'un sol bacağına batırdı," dedi Selim rahatça. Sanki sinek ısırmasından bahsediyormuş gibiydi.
"Bu salakta sadece sardı, temizlemeden senin yanına geldi. Yüksek ihtimalle paslıydı," diye devam etti Selim'de.
"Hemen.. hemen temizleyelim," dedim ve ecza dolabından batikon ve gazlı bez alıp odaya geri döndüm.
"Şimdi Selim, bacağını temizleyecek. Sen de itiraz etmeyeceksin," dedim ve bakışlarımı Selim'e çevirdim.
"Bunları al güzelce temizle ve canını yakma sakın," dedim ve odadan çıktım.
Yaklaşık beş dakika sonra Selim içeri girebileceğimi söyledi ve benimde işkence boyutundaki bekleyişim sona erdi.
"Yazgı," dedi Yavuz biraz daha toparlanmış görünerek.
"Gitmemiz gerek."
"Tamam gidin," dedim kapının önünden kenara çekilerek.
"Seninle birlikte," diye ekledi ardından.
Tam ağzımı açmış itiraz edecektim ki konuşmaya başladı.
Fakat bu sefer hiç olmadığı kadar ciddi ve açıktı bana karşı.
"Bak burada kalıyor oluşun tahmin edemeyeceğin kadar büyük bir risk yaratıyor. Gece aniden gelip hiç farkında olmadan Kafalarınıza sıkar, hiçbir şey olmamış gibi çıkar giderler." Dedi ürpertici bir ifade ile.
"Sadece seninle de kalmayacaklar. Koray, Nazlı.. hatta yüksek ihtimalle sevdiğin herkesi senden önce öldürecek. Sırf acılarını yaşa diye."
Korkuyla yutkundum.
Ne olursa olsun onlarla gitmek istemiyordum fakat kendi öfkem yüzünden başkalarının hayatını riske atmaya da hakkım yoktu.
"Omları korursunuz ama..." dedim ürkek bir sesle.
Yavuz yavaşça oturduğu yerden kalktı ve yanıma doğru geldi.
"Tek umurumda olan sensin Yazgı," dedi öldürücü bir tonlamayla.
"Ve sana yemin ederim, sen tehlikede olduğun sürece onların hayatı zerre umurumda olmayacak," dedi ve yavaşça saçımdan bir tutamı alarak parmaklarına doladı.
"Ama," dedim yalvararak baktığıma emindim.
Öfkeyle gözlerimi kapattım ve tüm inatçılığımı ve öfkemi toplamaya çalıştım.
"Seni pis domuz! Beni bununla mı tehdit edeceksin," diye bağırdım.
Karşılığında elde ettiğin tek şey Selim'in kahkahası ve Yavuz'un boş bakışlarıydı.
Sakince bekledim.
"Ben o eve dönmeyeceğim," dedim çaresizce.
"Bana yalan söyleyen o insanlarla aynı ev-" cümlemi tamamlamama izin vermeden o tok sesiyle konuşmaya başladı.
"Zaten orada değil, benim evimde kalacağız."
Yavuz'un söylediklerini idrak etmeye çalışırken benim evim kelimeleri dönüp durdu zihnimde...

BÖLÜM SONU

Gecenin MürekkebiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin