Medya: Hei Jun'a gelen çiçek demeti
Dan Bi bana doğru koşarken ben Jimin ile göz göze geldim. O esnada gözlerimden iki damla gözyaşı aktı. Bu iki damla gözyaşı neyin nesiydi? Hasretin mi? Özlemin mi? Düş kırıklığının mı? Aşkın mı? Ya da sadece nefretin mi? Bilmiyordum. Sadece sessiz ve usulca akıyorlardı. Dudaklarımdan "Sen-" hecesi çıktı yalnızca. Sanki kelimeler boğazımda dikenli bir otmuş gibi yırtıyordu boğazımı. Düğüm düğüm nefesim. Sesim demir almış gibi gitmeye direniyordu. Kalbimse sanki iki başlı hançer saplanmış gibi içine içine kanıyordu adeta.
"Alo! Orada mısın? Hei Jun? Alo?" diyen Bum'un sesiyle irkilip yanaklarımdaki gözyaşlarımı elllerimin tersiyle sildim.
"Alo! Kusura bakma. Cevap veremedim." dedim boğuk sesimle.
"Alo! Sorun değil ama sen iyi misin? Ağlıyor musun?" dedi.
"Yok bir şey." diye geçiştirmek istedim.
"Peki. Ben geldim de neredesin?"
"Seyir tepesinde."
"Beş dakikaya oradayım."
"Tamamdır görüşürüz."
"Görüşürüz."Bu bir dakikalık konuşma son bulunca Dan Bi gelip sarıldı. O hala bana bakıyordu. Ben onun griye çalan gözlerinde bir öfke görmüyordum. Ama ben içimdeki derin yangını adeta gözlerime taşıdım. Bize doğru bir adım attığı sıra hemen arkamı döndüm. Dan Bi'nin elinden tuttum ve uzaklaşmaya başladık. Arabaya atlayıp bize kahve almaya giden Yuna'yı aradım.
"Ben eve gidiyorum neredesin?" dedim. "Seyir tepesindeydim. Geliyorum o zaman otoparka." dedi.
"Tamam bekliyorum." dedim kapatıp Bum'u aradım.
"Bum kusura bakma biz eve gidiyoruz. Sen neredesin?" dedim sorar ses tonuyla.
"Yuna'yı gördüm. Yanına gidiyordum ki uzaklaşmaya başladı. Neredesiniz şuan?"
"Arabadayız Dan Bi ile. Yunayı bekliyordum hah geldi. Kusura bakma gerçekten. Seni yüzüstü bırakmış gibi oldum. Ben sana uzun uzun anlatacağım sonra."
"Hayır ,hayır asla sorun yok. Sen iyiysen hiç sorun yok."
"Çok teşekkür ederim Bum."
"Rica ederim"
"Görüşürüz"
"Görüşürüz" dedi ve telefonu kapattım.Hızlıca eve vardıktan sonra Dan Bi'yi yatağına yatırıp içeri odaya geçtim. Hızlanan kar sokak lambasından yansıyordu. Bu geceyi tüm güzelliğiyle parıldayan ay süslüyordu. Bu manzara beni tepeden aşağıya mest etmişti. Pencerenin yanındaki koltuğa oturup dışarıyı izlemeye başladım.
Bazen evrene insan olarak gelmek kaldıramayacağınız yükler yüklüyordu size. Ama Ay o kadar güçlü ki yanında bir tane bile yıldız yoktu. Ama o her şeye inat ve yapayalnız olmasına rağmen ışıldıyordu. Asla bir yıldıza ihtiyacı yoktu parlaması için. Tek şey lazımdı ona o da gücünü aldığı güneşi . Bir zamanlar bende Ay'a benziyordum. Hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacım yoktu. Parlıyordum yine de. Bu ışığım geceme doğan güneşin solmasıyla benim ışığımda sönmüştü. Hiçbir şeyim kalmamıştı onsuz. Ama artık 5 koca yılı devirmiştim. Daha güçlüydüm. Peki ya bugün ne diye çıkagelmişti? Ne diye kabuk bağlamış yaralarımı deşmişti? Ne diye kalbimin derinliklerine gömdüğüm duygularımı tekrar gün yüzüne çıkarıyordu? Ne diye onun gözlerinin içine bakmak acı veriyordu? Ne diye?
"Hala seviyorsun değil mi?" diyen Yuna ile bastırmaya çalıştığım duygularım iyice meydana çıkmıştı. Gözlerimden yaşlar dökülmeye başladı sessizce.
"Unuttum geçti sanıyorsun. Bir bakıyorsun aslında her şey ilk günkü gibi taptaze." dedi Yuna bakarak. Kalkıp bana doğru sarıldı. "Ağla meleğim. Geçmez ama hafifletir belki." dedi. Böyle demesine karşın gözyaşlarım şiddetlenmeye başladı. Bir süre sonra o sessizlik yerini hıçkırıklara bıraktı.Ne kadar ağladım bilmiyorum sadece sabah gözlerimi açtığımda yan koltuğa uzanmış yatıyordum ve üzerimde de örtü vardı. Kafam zonkluyordu. Sanırım gece ağlamam yüzündendi. Haftasonu olduğundan iş sıkıntım yoktu. Kalkıp elimi yüzümü yıkayıp Dan Bi'nin odasına girdim. Odasında yoktu. Yuna'da aynı şekildeydi. Mutfağa panikle girdiğimde bir tek eksiğin kuş sütü olduğu masayı ve karşındaki iki una bulanmış kişi gördüm. Bu gülümsememe neden olmuştu.
"Beğendin mi annecim?" diye soran Dan Bi'yi kucağıma alıp,
"Çok güzel olmuş bebeğim. Ellerinize sağlık." diyip yanağından öptüm.
Yuna'nın yanına gidip ona da sarıldım.
"İyi ki varsın biliyorsun değil mi?" dedim.
"Ah! Tabikide biliyorum olmasam ne yapardın kim bilir?" dedi una bulanmış saçını elinin tersiyle iterek. Gülümseyip masaya oturdum. Yemekleri güzelce yiyip topladık. Dan Bi'ye banyo yaptırdıktan sonra kızlarla çizgi film açıp izledik. Akşama doğru kapının zili çaldı. Kapıyı açtım."Lee Hei Jun siz misiniz?" diyen kuryeye sorarca,
"Evet" yanıtını verdim.
"Bu demet size buyrun" diyerek elindeki çiçek demetini uzattı.
"Teşekkürler." diye yanıtladım demeti alarak.
"İyi günler" dedim.
"İyi günler" dedi ve gitti bende kapıyı kapattım.
"Kimmiş?" dedi Yuna.
"Bir çiçek bana gelmiş." dedim içeriye doğru yürüyerek.
Yuna üzerime doğru adeta atlayıp çiçeği aldı elimden.
"Not, mot yok mu ya?" diye söylendi çiçeği kurcalıyarak.
"Aha buldum." diye notu kaldırdı.
"Ne yazıyor? Kimdenmiş?" dedim.
"Kimden olduğu yazmıyor." dedi.
"Bir gizemli çiçeğimiz eksikti tam oldu." dedim oflayarak.
"Dur notu okuyorum." dedi."Beni ne zaman incitmeye başladın?
Sen bile bilmiyorsun.
Sen de inciniyorsun çünkü benimsin...".
.
.Sizce çiçeği kim gönderdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PROMİSE 💙 /PJM
Fanfiction- "Çünkü bebeğimin kaderi başından belliydi. Biliyorum iğrenç bir histir, babasız büyümek. Ama benim çocuğum buna mecburdu." Birbirini hala seven bir çift ve yakalarını bırakmayan, bir türlü unutamadıkları geçmişi. Bakalım dalından koparılmış çiçek...