Park Jimin'den
Bir hafta sonra
Her günkü gibi üzerimi giyindim ve evden çıktım. Onun kapısının önünde durdum aslında ziline basmak istedim. Birazdan görecek olsam da yine de yüzünü görmek istedim. Çünkü yıllardır hasrettim zaten. Şimdi her saniye görmek istemek benim hakkımdı. Zile uzandım ama basmadan aşağıya geri indim. Arabama binip şirkete doğru yola çıktım.
Şirkete vardığımda arabadan inip kapıyı kapattım. Gözümdeki güneş gözlüklerimi çıkarttım ve yakama astım. Sonra şirketten içeri geçtim. Asansörün kapısı açıldığında içeride o vardı. İşte şuan günüme güneş doğdu. Bir insan nasıl bu kadar asil ve mükemmel olabilir? Beni görünce bana bir bakıp sonra önüne döndü. Her zamanki gibi onu seyretmeye başladım.
"Bir saniye sanırım gözlüğümü geri takmalıyım. Çünkü ışıltın gözlerimi alıyor." dedim.
"Size de Günaydın Bay Park." dedi.
O esnada asansörün kapısı tekrar açıldı ve odasına geçti ben de odama.Yanına gitmek için sebep arıyordum ama bulamıyordum. O yüzden ben de projeyle ilgilendim. Öğle arasına doğru odamdan çıkıp odasına gideceğim sıra odasından Bum denen herifle gülüşerek çıktığını gördüm. Benim yüzüme bile bakmıyor ona tanrının lütfu olan gülüşünü mü bahşediyor? Odalarımız karşılıklı sayılırdı. Her şeyi net bir şekilde görüyordum yani. Kapıyı çarpıp içeri girdim. Çok sinirlenmiştim. Ben ona dokunmaya bile kıyamıyorken o şerefsiz her an yanındaydı. Sinirimi çıkartmak için hızlı ve oldukça sertçe yumruğumu cam aynaya geçirdim. Etraf inlemişti. Hemen sonra endişe içinde Hei Jun odaya daldı.
"Ne yaptın sen?" dedi elimi kanlar içinde görünce.
"Gerizekalı mısın sen? Ah pardon bendeki de soru düz gerizekalısın. Bekle hemen geliyorum." dedi ve çıktı odadan.
Biraz sonra elinde ilk yardım kitiyle geri geldi.
"Sen uslanmaz bir salaksın. Şu elinin haline bak. Çabuk otur şuraya" diye odadaki koltuğu gösterdi. Beni oturtup yanıma oturdu. Elimi elleri arasına alıp inceledi. Benimle ilgileniyor olmadı çok hoşuma gitmişti. Beni hala önemsiyor olmadı da öyle. Bana şuan dokunuyor olması da.
"Bir kez olsun normal insanlar gibi davransan ölür müsün be adam? Niye yaptın bunu şimdi? Derdin ne senin?"
"Sensin. Benim derdim sensin." dedim. Göz devirdikten sonra masanın üstündeki tendürdiyotu alıp pamuğun üstüne bastırdı.
"Canın acıyabilir sık dişini"
"Beni görmezden geldiğin, yüzüme bile bakmadığın her an acıyor zaten farketmez" dedim.Gözlerini yüzüme kaydırıp birkaç saniye sabitledi. Sonra yavaş ve kibarca elimi temizlemeye başladı, ben de onu seyretmeye. Temizledikten sonra tabi
"Aptalsın, Aptalın önde gidenisin."
diye söylenmeyi asla bırakmadı. Merhem sürerken
"Acıyor mu?" diye sordu.
"Hayır." dedim.
"Aish! Cidden küfredeceğim bir de acımıyor diyor" diye sitem etti bana doğru.
"İyiyim Hei Jun" dedim.
"Sus ve sakin dur." dedi.
Sargı işlemini de bitirince
"Dikkat et enfeksiyon kapmasın" dedi. Kalkıp gidecekken sağlam olan elimle kolundan tuttum.
"Gitme!" dedim. "Elin birkaç gün sargıda kalsın. Eğer kanama falsn olursa doktora git."
"Elim umurumda değil. İşte tam olarak bundan bahsediyorum. Şuan canımı yakan elimdeki yaralar değil, senin beni görmezden gelişinin açtığı yaralar. Yüzüme bakmadığın her an daha çok acıyıp kanıyorlar. Senden tek isteğim bir şey var o da beni dinlemen." dedim yalvaran gözlerimle.
"Dinleyecek bir şey yok ortada. Yıllardır yoksun Jimin. Yıllardır yoksun. Saat değil, gün değil, ay değil. Yıllardır yoksun sen. Buraya gelip sana yardım ettiysem insanlık vazifem olduğu için yaptım."
"İnsanlık vazifen değildi."
"Ne?"
"İnsanlık vazifen değildi. İstesen şirket doktorunu da çağırabilirdin."
"Ben, yani, sen şey kan kaybetme diye yaptım. Bir daha yapmam."
"Neden her şeyi inkar ediyorsun? Benim için endişelendiğini niye kabul etmiyorsun? Tek istediğim karşıma geçip beni dinlemen bu çok mu zor?" dedim. Bir süre cevap vermedi. Sonra bileğini ellerimden kurtarıp odadan çıktı. Oflayarak saçlarımı ellerimin arasından geçirdim.Akşama kadar odadan çıkmamıştım. Mesai bitince ceketimi alıp odanın kapısını açtığımda aynı anda çıkmış gibiydik. Beni görünce yine gözlerini kaçırdı. Peşinden gitmedim bu sefer sadece düşünmesi için vakit vermiştim. Arabaya binip eve doğru yol aldım. Apartmanın girişinde kapının önünde bir iki çocuk birbirileriyle oynuyorlardı. Yanlarına yaklaşıp baktığımda onu gördüm. Yıllardır sadece varlığından haberimin olduğu, kızımı gördüm. Annesine çeken kızımı.
Eğilip yanına saçlarını okşadım.
"Beni hatırladın mı ufaklık?"
"Evet siz seyir tepesindeki ahjussiniz."
"Evet benim nasılsın iyi misin?" İyiyim. Teşekkürler. Siz?"
"Ben de iyiyim teşekkürler. Bu arada adım Jimin. Bana Jimin hyung diyebilirsin. Oppa çok hoşuma gitmiyor. Senin adın ne?"
"Peki Jimin hyung. Dan Bi benim ismim. Memnun oldum." dedi ve eğildi.
"Ben de memnun oldum Dan Bi." dedim gözlerim kaybolana kadar gülümsedim. O kadar güzeldi ki annesinden almıştı güzelliğini. Saçlarının ipeksi yumuşaklığını da, Gözlerinin elasını da. Tatlılığını da annesinden almıştı. O tombiş yanaklarını ısırıp yememek için kendimi zor tuttum. Elleri, dudakları ve burnu benimkilere benziyordu. Karşımda ikimizden bir parça duruyordu. Yıllarca hayalini kurduğum, bana benzersiz babalık duygusunu tattıracak güzellik. Düşünsenize o küçücük yapayalnız ve sizin bakım ve ilginize muhtaç. Siz onun her şeyi oluyorsuz. Gözündeki ilk ve tek kahraman sizsiniz. Biri ona bir şey dediği zaman. Benim babam var diyebiliyor. Arkasındaki tek dayanağı sizsiniz. Sonra minik ellerinden tutup parka götürüyorsunuz. Düştüğünde kaldırıyorsunuz. Ağladığında onunla birlikte ağlayıp güldüğünde birlikte gülüyorsunuz. "Dikkat et kendine iyi bak Jimin hyung. Benim gitmem gerek. Görüşürüz." demesiyle düşüncelerimden sıyrılıp "Görüşürüz. Sen de kendine iyi bak." dedim ve kafasını okşadım, apartmana girip üst kata, evime girdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PROMİSE 💙 /PJM
Fanfiction- "Çünkü bebeğimin kaderi başından belliydi. Biliyorum iğrenç bir histir, babasız büyümek. Ama benim çocuğum buna mecburdu." Birbirini hala seven bir çift ve yakalarını bırakmayan, bir türlü unutamadıkları geçmişi. Bakalım dalından koparılmış çiçek...