Günün ilk saatlerinde daha kargalar bokunu yemeden, sayım için soğuk ayazda dışarı dizilmiştik. Yavaş yavaş alışıyordum bu tempoya ama yanımda sürekli esneyen ve uykusuzluktan sersemleşen arkadaşlarımı gördükçe benim de uykum geliyordu hemen.
Kahvaltı faslında birkaç zeytin, peynir ve domatesin olduğu tabağı alıp yemekhanede en arkaya geçtim. Tüm askerliğimi kaçarak bitirmek bana dokunacaktı.
Erzincanlı ve Diyarbakırlı onca kalabalığın arasında beni bulup yanıma oturdular. Özgüvenli ve kalıplı duruşumdan dolayı benim yanımda üst devrelerin kendilerine buluşmayacağını düşünüyorlardı.
"Erdal, annen ya da babanda Kürt'lük var mı?" diye sordu Diyarbakırlı, doğru ya onlara kendim hakkında hiçbir bilgi vermemiştim.
"İkisi de Kürt." dedim zeytini ağzıma atarken, çaydan bir yudum aldım ama aşırı şekerliydi ve karton bardakta olunca tadını anlamıyordum.
"Nerdeler şimdi?" dedi merakla.
"Vefat ettiler." ağzımdaki lokmayı çiğnerken gözüm tabağımdaydı, bir dilim peyniri ağzıma attım.
Masada oluşan sessizlik, artık benim için olağandı. Yeni tanıştığım insanlar ilk duyduklarında sessizleşir, iki kişilerse birbirlerine bakar ve ardından üzgün olduklarını belirtirlerdi.
"Allah rahmet eylesin." ikisi aynı anda konuştuğunda kafamı eyvallah dermiş gibi salladım.
Yemekhanede bir gürültü koptuğunda kafamı kaldırıp baktım, dirseğim masanın üzerindeydi yemeğe devam etmek istiyordum çünkü aç kalınca deliriyordum.
"Amına koduğumun kürdü, sen mi çaldın lan cüzdanımı?"
Daha önce görmediğim, esmer, orta boylarda ki oğlan kendisinden biraz daha kısa olan genç çocuğa öfkeyle bağırıyordu. Elini üniformasına atıp kendine çekti, çocuk korkudan bir şey yapamıyordu.
Sıkıntılı bir nefes alıp elimdeki çatalı kenara bıraktım ve ayağa kalktım, demek ki askerde bile böyle tipler vardı.
Büyük adımlarla onların yanına ilerlerken bağırışlar daha da yükselmişti, arkamdan gelen iki kişiye bakmasamda emindim. Şimdi tüm yemekhane bize bakıyordu.
"Hayırdır?" diye sordum ikisinin yanında durup.
"Cüzdanımı çalmış." dedi çocuk beni umursamadan, öylesine cevap verirken. Gözü hâlâ onun üzerindeydi.
"Götünde güvenlik kamerası mı var? Nereden biliyorsun onun çaldığını?" sakin soruma öfkeli gözlerle karşılık verdi.
"Ne diyorsun lan sen?" dedi çocuğun yakasını bırakıp benim üzerime atılırken. O sırada elindeki dövmeyi fark ettim, ülkücülerin yaptığı tarzda bir dövmeydi.
Elimi kaldırıp yakasına koyduğum an, bir bağırış doldu içeri. Benim boylarımda bir başçavuş gelip girdi aramıza, gözlerimi dikmiş ona öfkeyle bakarken çavuşa yakalandığı için götü tutuştu aniden.
"Komutanım, tanımıyorum geldi birden konuya dahil etti kendisini." gibisinden zırvaladı.
"Kesin sesinizi, anaokulu mu lan burası?"
İkimiz laf dalaşına girdiğimizde çavuş daha ilk günden dersimizi almamız için bizi komutanın yanına götürdü. Bu komutanın Ömer olması dışında beni utandıran başka bir şey yoktu.
Önceden beraber kavga ettiğim, gerekirse hocaların karşısına beraber çıktığım adamın önüne suçlu bir çocuk gibi çıkıyordum. Şahsen ben komutan olsaydım, Ömer bu şekilde yanıma gelseydi önce iyi bir dalga geçer sonra da haline üzülürdüm.
Ömer'in odasının önüne geldiğimizde ilk başta çavuş girdi içeri, iki dakika sonra çıkıp bizi yönlendirdi. Diğer askerin aksine belalımın önüne çıkıyorum diye gergin değildim. Bu yüzden ondan daha sakin girdim içeri.
Maalesef, ikimiz aynı anda selam verdik masasında oturan Ömer'e.
"Birkan Doğan, Samsun."
"Erdal Korkmaz, Bitlis." sesim daha sakin ve ton olarak düşüktü.
Ömer masasında dosyalara, elindeki kaliteli bir kalemle bir şeyler yazamaya devam ederken bize bakmadı. Haspam.
"Sorun ne?" diye sordu sakin bir tonda.
"Komutanım, biri benim cüzdanımı çaldı ve ben onu koğuş arkadaşlarıma hitaben sorgularken bu arkadaş gelip konuyla alakası olmadan bana saldırdı."
"Eee sonra?" diye sordu Ömer, dalga geçiyordu. Dört yıl boyunca siyasi bilimlerin yanında Ömer'in karakterini de okuduğum için bunun farkındaydım ama yanımdaki salak anlamadan devam etti.
"Sonra-"
Ömer aniden elini masaya vurdu, öyle bir ses çıktı ki yanımdaki beden yerinden zıpladı. Geldiğimizden beri ilk defa kafasını kaldırıp bize, öfkeden deliye dönmüş gözlerle baktı.
"Okul mu lan burası?" sıkılı dişlerinin ardından konuştu.
"Komutanım..." yanımdaki korkuyla kekeleyecek gibi oldu.
"Kes lan," diye bağırdı. "Bir daha ortalıkta buranın ağasıymış gibi bağırdığınızı, birbirinize dayılandığınızı görmeyeceğim. Yoksa size asıl ağanın kim olduğunu sike sike öğretirim."
Gözüne ne güzelde yumruk çakmıştım ama ikinci sınıfta.
"Siktirin gidin şimdi." dedi tükürür gibi.
Yanımdaki korkuyla selam verip hızla çıkarken, daha sakin bir selam verip arkama döndüm.
"Sen kal."
Zaten kolayca kurtulamayacağımı biliyordum, arkama döndüğümde onun bir şey daha karalayıp çatık kaşlarıyla ayağa kalktığını gördüm. Gözleri üzerimdeyken masanın kenarından dolaşıp yanıma geldi.
"Bakıyorum hâlâ eskisi gibisin," dedi elini arkasına bağlayıp yanıma gelirken. "Üç yıl içinde huysuzluğundan hiçbir şey kaybetmemişsin."
"Öyle oldu biraz." ilk defa onunla diyalog halinde konuşuyorduk, önceden olsa ya küfürle başlardı konuşmalar ya hakaretle. Bir kere polis merkezindeki masa haricî, aynı masaya bile oturmuşluğumuz yoktu.
"Cevap verme." dedi tam önümde durup, kaşlarını rest çeker gibi kaldırdı. "Cevap verme tamam mı asker?"
Dişlerimi sıktım, bir şey demedim. Lanet olsun rütbelere.
"Bu kışlada normalde hiç kimseye müsemma göstermem ama şunu bil ki, senin aldığın nefes bile bana batacak. Ve emin ol eşit olmak, davranmak umrumda değil." eşit kısmına vurgu yaparak söyledi.
"Annen ve babandan almadığın terbiyeyi, disiplini burada ben sana vereceğim. Anlaşıldı mı asker?" ses tonunun sakinliği, söylediği ağır sözlerin üzerine karabulut gibi çöktü.
Sadece çatık kaşlarımla yüzüne baktım, gözlerimin dolmasına engel oldum.
"Anlaşıldı mı?" yutkundum.
"Anlaşıldı komutanım."
"Güzel, siktir git şimdi."
Anında gözlerimi ondan ayırıp, selam vererek odasından çıktım.
Dümdüz bir ifadeyle yatakhaneye gittim, sinirimden kuduruyordum.
