"Koğuş kalk!"
Gözlerimi açtığımda üst rütbelerin palaskalarla ranzaların demirlerine sabah baş ağrısı için vurduklarını gördüm. Umursamazca bağırarak demirlere vurmaya ve koğuşun içinde ağa gibi gezmeye devam ettiler. Uyanmaktan başka şansımız yoktu çünkü uyanmazsak o palaska sırtımıza bile inerdi.
Uyanan koğuş halkı yavaş yavaş ayaklanırken yüz havlumu ve jiletimi alıp tuvalete ilerledim. Nerdeyse tüm aynaların önü doluydu, ulan üç saniye önce kalkmıştık ne ara yer kapmıştınız aynanın önünde?
Lavabonun önünün boşalmasını beklerken havluyu omzuma attım, sırtımı duvara yasladım. Bomboş gözlerle milletin sabah atışmasını izliyordum.
"Çarşı izinleri bu hafta verilir mi acaba?" dedi Amasyalı tıraş olurken.
"Bir aksilik çıkmazsa verilir." Ankaralı şehrinden dolayı mıdır nedir hep resmi bir dille konuşuyordu. Ona bakarken hafifçe esnedim.
"Erdal senin sakalın ne çabuk çıkıyor lan? Sanki on gündür kesmemiş gibisin." İstanbulluya gülerken esnemem yarım kaldı.
"Maymunlardan iki dakika önce doğmuşum." dediğimde birkaç kişi güldü, şaka yapıyordum. Kolumdaki kahve rengine yakın tüyler ve sakalımdan başka hiçbir yerimde tüy, kıl yoktu.
"Yalan söyleme lan üzerini çıkarırken gördüm bildiğin pürüzsüz götün var." İzmirli gülerek konuştuğunda bir küfür mırıldandım.
"Götüme mi bakıyorsun şerefsiz?" ulan hadi baktın niye onca erkeğin içinde söylüyorsun, askerde tüysüz götü gördükleri an şapta az geldiyse gözleri dönerdi bu pezevenklerin. Hatun kişi niyetine girerlerdi mazallah.
"Önümde soyundun olum," dedi ve ardından bu konuyu çok fazla önemsemeyip başka konuya geçti. "Çarşıya çıktığımız zaman hep beraber buluşalım olur mu lan? Ben buraları bilmiyorum."
"Asker olduğumuzu belli edelim diyorsun yani." dedim gülerek, sinek tıraşlı etrafa masum masum bakan bir grup sivil genç, üniformalılardan daha da askerdir. Hele ki zaman dolunca kışlaya gelmek için minibüslere akın edince...
"Valla ben Erdal ile birlikte çıkarım, sizi bilmem." dedi Diyarbakırlı.
O sırada aynanın önü boşalınca hemen gidip kaptım, yüzümü köpükledikten sonra tıraş olmaya başladım.
"Erdal," içeri üniformalı, elindeki ipli kartı parmağında çeviren gevşek askerlerden biri girdi. Gevşek diyordum ama aslında severdim, ilk geldiğim gün baya bir yardımcı olmuştu.
"Söyle gülüm." dedim aynaya bakıp yanağımı alttan çekerek tıraş etmeye devam ederken.
"Volkan Komutan seni çağırıyor, arabayla bir yere gönderecek herhalde. İkinci kata çık, odasında bekle."
İyi ki ehliyetimiz var demiştik, neyse en azından kışladan uzaklaşmış olurdum biraz.
"Tamam, tıraş olayım giderim."
"Çabuk." dedi sallana sallana çıkarken.
"Bunun da götü kalkmış ha." Diyarbakırlı arkasından direkt dedikoduya başlayınca güldüm.
"Ula hemen konuşma arkasindan." Rizeli en arka taraftan söylendi.
"Ula sen ordan bizi nasıl duyaysun hamsi kafali." dedi Amasyalı, çoğu kişi güldü. İkisi atışırken tıraşı tamamlayıp yüzümü yıkadım.
Üniformamı giyip, eşyalarımı yerine koyduktan sonra daha önce üç kere gördüğüm Levent Komutanın odasına gittim. Kapıyı çalıp bekledim ama kimse gel deneyince arsızlığımı kullanıp içeri girdim, kimse yoktu harbiden.
Kapıyı kapattım, burada beklenmem söylemişti sonuçta. Kapının önünde esas duruşta durmaktan vazgeçip yayvan adımlarla odanın içinde gezindim. Tam olarak bahçeye bakan manzarasıyla güzel bir odaydı, yan tarafta bir dolu ödüller vardı.
Camdan dışarı bakarken kapı tıklanınca irkildim, önümü dönene kadar kapı çoktan açılmıştı. İçeriye göz gezdiren yeşillerle gözlerimiz buluştuğunda hareket edemeden durdum.
"Ne işin var senin burda asker?" diye sordu kaşlarını çatarak.
"Volkan Komutan beni çağırmış komutanım, odada beklememi söylemiş." her komutanım dediğimde kendimden utanıyordum resmen.
Kısaca bakıp içeri girdi ve kapıyı kapattı.
"Odada bekle demiş, odanın içinde gezin dememiş." demek istediğini anlayıp anında bulunduğum yerden çıkıp odanın ortasına geçtim. O da bana bakıp, masanın önündeki misafir koltuğuna oturdu.
Telefonu çıkarıp dizine koydu ve ekranı açtı. O sırada onu inceleme fırsatı buldum, öncekine göre daha kalıplıydı. Subay tıraşıyla, yeni kesilmiş sakalıyla oldukça kudretli duruyordu.
"Asker," dedi telefona bakıp, gözlerimi devirdim. Sanki adımı bilmiyordu.
"Efendim komutanım."
"Gel buraya, anlıyor musun sen şu sosyal medya işinden? Şu fotoğrafları nasıl sileceğim ben?" dedi telefona bakmaya devam ederken.
Teknoloji özürlü olduğunu bir kavga sonrasında onun instagram hesabından küfür edip, adres verip teke tek kavgaya çağırdığımda anlamıştım. Çünkü ben o mesajı yazdıktan iki ay sonra, aradan onuncu kavgamız yapmışken cevap vermişti.
"Bakayım." dedim yanına gidip, telefondan gözlerini ayırmadan bana uzattı. Telefonu aldım ama onun görüş alanından çıkmadım.
"Hikayeye atılan fotoğrafları mı sileceğim?"
"Evet, şu kenarda çıkan kutucuktakileri işte." deyip esmer eliyle gösterdi.
Hikayeye girdiğimde karşıma çıkan fotoğrafla gülümsedim, mavi gözleri olan iki yaşlarındaki bir çocuk kameraya yaklaşmış, ağzında iki tane dişiyle gülümseyerek fotoğraf çekmişti. Ve bundan dört beş tane vardı.
O an içimdeki kıskançlık ve sinir duygusu yok oldu, oğlu bu kadar tatlıyken sinirlenemezdim.
Fotoğrafları sildim, çok kişi görmemişti zaten. Telefonu ona uzattım. "Sildim."
Kafasını salladı ve telefonu eline aldı. Yeniden dizinin üzerine koydu.
"Allah bağışlasın, oğlun mu?" diye sorunca göz ucuyla bana baktı, onunla normal konuştuğum için garipsemiş gibiydi.
"Hayır, ablamın oğlu."
Kısaca yanıtladıktan sonra bakışlarını çekti, normal muhabbet edince götüne kazık giriyordu herhalde.
Zaten o kadar tatlı bir oğlan bundan çıkmazdı.
On dakika kadar beraber, sessizce komutanı bekledik. Gelmeyince bana komutana ileteceği şeyi söyleyip yüzüme bakmadan çıktı.
Arkasından bir yirmi dakika kadar da ben bekledim, sırf çarşıya gidip komutanın karısının kargosunu almak için.