"Yazık lan."
"İnsafı yok bu komutanın."
"İçim gitti çocuğa, bu soğukta bir de."
Eğitim bitmiş, kenarda yığılıp kalmışken Sivaslının belki de yüzüncü şınavını izliyorduk.
Ömer kışlaya döndüğümüzde içindeki öfke dinmemişti, bulduğu ilk an Sivaslıya saçma bir bahaneden ceza vermiş, çocuğun haberi bile olmadan benim hakkımda söylediği söze pişman etmişti.
Yüzümü buruşturup bu soğukta terleyen, elleri kıpkırmızı olmuş hali bile kalmamış olan çocuğa bakıyordum.
"Ömer Komutan'ın gözüne zıt gitmemek gerekiyor." dedi Bursalı, hayır bana yavşamamanız gerekiyor diyemedim.
"Of bu yine bebe gibi bakıyor," dedi Ankaralı bana yaklaşırken. "Gel öpeceğim."
Yanağıma eğileceği sırada anında kendimi geri çektim, özür dilerim Ankaralı kalbinin kırılması kemiklerinin kırılmasından önemli değildi.
"Oğlum erkek erkeği öper mi lan, bi gidin sürekli beni elliyorsunuz."
"Sen küçük kardeşim gibisin." doğru, çoğunluk böyle görüyordu. Şimdi ben bir erkekten hoşlandığım için hepsi yavşıyor gibi görünüyordu ama akıllarının ucundan geçmediğine emindim. Eğer gizli eşcinsel değillerse.
Tabi yine de erkek erkeğe böyle sürekli öpüşmek saçma duruyordu orası ayrı.
"Senden büyüğüm Ankaralı." dedim sadece, harbiden bir yaş büyüktüm.
"Fark etmez reis." deyip sevmek amaçlı omzuma vurdu. Hah, bak böyle şeyler olurdu.
Herkes farklı bir sohbete daldığında Sivaslının cezası biter bitmez bize elini sallayıp tökezleyerek binaya girdi. Galiba gelip Ömer'e küfür etmeye bile hali kalmamıştı.
O içeri girerken aniden özlemle kasıldım, gidip sevgilimi görmem gerekiyordu.
"Sigaramı almaya gidiyorum, oturun siz." dedim yerden destek alıp ayağa kalkarak. Hepsi bir şeyler mırıldanırken elimi birbirine ısıtmak amaçlı sürdüm ve binadan içeri girdim.
Merdivenlere yönelip ikinci kata çıktığımda artık nöbetçiler sürekli buraya gelmeme alışık olduğu için sadece baktılar, kafa selamı verip Ömer'in odasının önünde durup kapıyı çaldım ve saniyeler sonra gir komutunu alınca resmi bir şekilde içeri girdim.
Ömer kendine ait olan küçük kişisel dolabının önünde bir şeyler çıkarırken göz ucuyla bana bakıp işine geri döndü.
"Sıçtın çocuğun ağzına." dedim elimi arkada bağlayıp yanına yürürken.
"Hakediyor." dedi sadece işini yapmaya devam ederken.
Yanına gidip ne yaptığına baktım, hazırladığı dosyaları tarihlerine göre sıra sıra düzenliyordu. Aslında bunu askerlere yaptırabilirdi ama canı sıkıldığı için bununla uğraşıyordu.
"Bir daha arkadaşlarıma ceza verme." diye mırıldandım onun ağır ağır dosya yerleştirmesini, masaya kalçamı dayayıp izlerken. Bu adam iş yaptığında onu izlemek eğlenceli oluyordu.
"Çay kahvede ister misin?"
"Olur." dediğimde dudağı kıvrıldı, on yedi olmuştu.
Bana hiç kahkaha atarak gülmemişti, belki de onun için yeterince komik değildim. Üniversitede birkaç kere kahkaha attığını görmüştüm, gülünce çok güzel oluyordu.
İşini halledip bana döndü, aramızda iki adımlık mesafe vardı. Birkaç saniye bakıştık, yüzüne yumuşak bir ifade otururken kolunu iki yana hafifçe açtı. Sarılmaya bir davetti.
Yaslandığım yerden ayrılıp iki adımda mayışık bir halde yanına gidip kollarının arasına girdim ve sıkı sıkı sarıldım. Anında o da beni sardı, şimdi bedenlerimizin arasından ufak bir toplu iğne bile geçemezdi.
Gözümü kapatıp kokusunu içime çektim, boynuma küçük bir öpücük kondurup kollarını sıklaştırdı.
"Seni seviyorum." diye mırıldandım anın verdiği hazla. Şu an o kadar güvende ve huzurlu hissediyordum ki, onu sevdiğimi iliklerime kadar hissediyordum.
"Ben de seni seviyorum." dediğinde omzunu ısırır gibi dişlerimi üniformasına taktım.
"Sırf ben dedim diye diyorsan, söyleme."
"Seviyorum Erdal." sinirleneceğini düşünürken boğuk, sevgi dolu sesini duyunca parmak uçlarım uyuştu.
Dakikalardır sarılıyorduk ve tek vücut olmuş gibiydik. Kapı tıklatıldığında bile ayrılmadık.
"Söyle." sesini yükseltip derin bir soluk çekti içine. Ayrılmaya niyeti yokmuş gibiydi.
"Komutanım, anneniz geldiler."
Gözlerim irice açıldı, panik duygusu saniyeler içinde tüm huzurlu anımın içine sıçarken ondan ayrıldım. Kollarını benden çekti ama aksime daha sakin duruyordu.
"Sakin ol." dedi kırışmış üzerimi düzeltirken.
"Annen gelmiş." korku dolu fısıltım odada yankılandı.
O da üzerini düzeltti ve ardından sakin ol gibisinden bir bakış atıp masasına ilerledi. Ne yapacağımı bilmeden doğal bir görünüm vermek için kapının yanına geçtim.
"Gelsin." dedi Ömer sakince. Yutkundum.
Kapı açıldığı an içeri giren kısa boylu, tesettürlü kadınla kalbim hızlandı. En son onu Ömer'le olan kavgamızdan sonra karakoldan almaya gelirken görmüştüm. Sinirli duruyordu, eşi olan büyük ülkücü beyi sakinleştiriyordu.
"Oğlum, anne böyle bekletilir mi?" dedi annesi elinde poşetlerle misafir koltuğuna giderken.
Ömer anında ayağa kalktı, "Kusura bakma anne." açıklama yapmamıştı çünkü ne diyecekti ki? Solcu Erdal ile sarılıp sevgi tazeliyorduk mu?
Ömer annesinin yanına ilerlerken, mavi gözlü kadın beni yeni fark etmişti. İlk başta afalladı, ardından ciddiyetle yüzüme baktı.
"Sende mi burdaydın?" biraz mesafeli konuşuyordu.
Allah'ım neden özlediğim için odasına dalmıştım ki, keşke akşama kadar sevgilimi görmeseydim.
"Merhaba." dedim saygıyla.
Ömer annesinin elini öpüp, hemen yanında durunca odada fazlalık olduğumu fark ettim.
"Kavga etmiyordunuz değil mi?" diye sordu gözlerini kısıp bana bakarken. Evet desem sen benim oğluma nasıl vurursun deyip çantasıyla beni dövecekti sanki.
"Estağfurullah, asla." dedim saçmalayarak.
"Yok anne, eğitim için onu görevlendirmiştim. Gelip durum bilgilendirmesi yaptı." Ömer annesinin yanında biraz daha çocuk gibi duruyordu, koskoca adam daha doğrusu komutan açıklama yapıyordu.
Annesi ters ters bakındı ama bir şey demedi. Ömer'e kaş göz yapıp beni göndermesini söyledim. Kafasını salladı.
"Çık dışarı asker." sert sesiyle konuşunca kaşlarımı çatmamak için kendimi zor tuttum, hayvan herif vur deyince öldürüyordu.
"Emredersiniz komutanım." dedim ve asker selamı verip ilk ona daha sonra da annesine bakıp tek hamlede arkamı döndüm ve kapıyı açıp dışarı çıktım.
Derin bir nefes aldım odadan kurtulduğum için, yemekhaneye inerken hâlâ vücudum kasılmış halde duruyordum.