"Holmes, sakin ol oğlum."
İki günün sonunda dışarı çıkan Holmes dilini dışarı çıkarmış, etrafa heyecanlı bakışlar atıp her geçen kişiye bakıp sesli sesli nefesler alıyordu.
"Bugün tasmasını kapıp kaçmazsa iyidir." dedi yanımdan sigara içerek yürüyen Ata.
"Öyle bir şey olursa, pazarda çocuğunu kaybetmiş anne gibi ilk önce ağlar, bulunduktan sonra da patisine vururum." kaybolma düşüncesi tüylerimi ürpertiyordu, ona çok alışmıştım ve yanımdan gitmesini istemiyordum.
"Sen ağlarsan ben ortalığı birbirine katar bulurum zaten, merak etme." dedi, gülümsedim. Her fırsatta sevgisini belli etmeye çalışıyordu.
"Üniversitede bu kadar utangaç değildin, şimdi iltifat duyduğunda hemen gülümseyip sessizleşiyorsun." dedi Ata ardından, yüzüme baktığını biliyordum.
"Alışık değilim."
"Alıştırırız." dedi sadece, o sırada mekanın önüne geldiğimiz için bekledi. Mekanın ön kısmındaki masaların olduğu yere Holmes'ı bağladım, buradan çıkması imkansızdı ve durmasında hiç sakınca yoktu güvenliydi.
Tüylerinden bir kere öpüp kapıya yöneldim, Kaya tek eliyle kırmızı kapıyı açıp geçmemi bekledi. Vücudumu ona çevirip sırtımla kapıya destek verdim ve seri bir hareketle içeri geçtim.
Çok kalabalık değildi bu sefer mekan ama herkes hararetle bir şey konuşuyordu. Fatih'lerin olduğu masaya eski dönemden birkaç kişi gelmiş, gözlerini irileştirmiş bir durum konuşuyorlardı.
"Sıkıntı var herhalde." dedi Ata elini belime koyup beni kendisiyle ilerletirken. Dikkatle masaya bakıyordu.
"Naber gençler?" tek bir boş sandalye kaldığı için benim oturmamı bekledi. Ona teşekkür edip, hafifçe çektiği sandalyeye oturdum. Hemen kafamın ucunda duruyordu, eli omzumdaydı.
"Çok iyi değil." dedi Berat, kaşlarım çatıldı.
"Noldu?" diye sordum istemsizce.
"Şu ülkücüler harbiden mekanı açmışlar, hayır bunda problem yok ama bu caddede solcu kesimin çok olduğu için kendilerince 'solcu kıyımı' yaptıklarını söylüyorlarmış."
"Bu devirde ne sikim yapabilirler amına koyayım?" diye sordu Ata öfkeyle.
"Bu devirde ne yapabilirler diye sorman hata Ata." dedi Fatih. "Kaç yılında olursak olalım, şerefsiz köpekler her devirde aynıdır."
"Peki," dedim, normalde böyle zamanlarda kimse beni tutamaz daha ülkücü lafını duyar duymaz kalkar kavga etmeye giderdim ama şimdi oldukça sakindim. "Son zamanlarda hiç eylem tarzı bir şey olacak mı?"
Tabi üniversiteden sonra hükümet aşırı absürt bir şey yapmadığı sürece eylem yapmıyorduk, zaten eylemler öyle eskisi gibi değildi polisten izin alıp yaptığımız bile oluyordu. Sadece üniversite döneminde kavgalar eskisi gibi hissettiriyordu.
"Hayır."
"Niye kurtlanmışlar o zaman yine?" diye kendi kendime mırıldandım.
"İşte diyorum ya bu caddeyi solcu kesiminden kurtarmak istiyorlar..." dedi Berat ve ardından duraksadı. "Bir de..."
"Ne?" diye Ata şüpheyle sordu.
"Devrim'in ölümünde, polisle iş birliği yaptığını düşündüğümüz adamların hepsi oradaymış."
Onun adını duyduğumuz an masada büyük bir sessizlik oldu, adının bir konuşmamızda kendi hakkında olsun olmasın geçmeme imkanı yoktu ve her defasında derin bir iç çekiyorduk.
"Orospu çocukları." dedi Ferdi, ciddi olduğu nadir konulardan biriydi.
Diğer masalarda da Devrim'in adının geçtiğini duyunca, herkesin öfkesinin nedenini şimdi daha iyi anlıyordum.
Zaman, mekan ve insanlar değişse bile bir ideoloji uğruna ölen bir insan eski yıllardan, şimdilerden olsa da fark etmiyordu.
"Kendileri kaşınıyor o zaman." dedi Ata, öfkesini hissediyordum.
Konuyu ortalama bir saat kadar konuşup, daha sonra hiçbir bok yapamayacaklarına ve diyelim yaptılar onların belalarını sikeceğimize karar verip umursamamaya çalıştık.
Şimdi masada her zamanki neşeli sohbetler dönüyordu.
Ata yanıma oturmuş, diğerleriyle konuşurken dizini dizime yaslıyor ve onlarla gülüşüyordu. Ferdi yine yalan bir hikaye anlatıp bizi güldürürken, sırıtarak onu izliyordum.
İçerisinin yoğunlaştığını fark edip, Mehmet abiye yardım etmek için ayağa kalktım. Hiç itiraz etmemişti adam çünkü Ülkücülerin mekan açtığını duyan ve bizim yıl okuyanlar gelip oturuyordu. Herkesin eskisi kadar bağlı olması güzel bir şeydi.
Arka tarafta birikmiş bulaşıkları yıkarken, dakikalar sonra yanıma Ata geldi.
"Sen köpükle ben durulayayım." dedi ince kazağının kolunu yukarı çekerken.
"Biri yanımda iş görünce yapamıyorum, bir de sen beceremiyorsun."
"Haaaa?." dedi birden, üstüme iyilik dercesine. Gülüp kafamı iki yana salladım.
"Hadi, git içeri." dediğimde elini belime koydu.
"Birazdan işe gideceğim, akşama enerji depolamam lazım."
Geriye kısa bir bakış attı, kendisi muhtemelen kapıyı kapatıp gelmişti. Hiçbir şey demeden elimdeki bardağı köpüklemeye devam ettim.
Dudakları enseme değdi, saniyelerce bastırdı.
Gözlerimi kapatıp tezgaha tutundum, eli belimden aşağı inip kalçamı bulduğunda pantolonumun üzerinden belli olan kalçamı hafifçe okşadı.
Kalça aramda hissettiğim eli, pantolonun üzerinden sanki zorlarmış gibiydi. Boynumu istila ederken, elini pantolondan içeri sokmak için bir hamle yaptığı sırada bileğinden tutup onu durdurdum.
"Ata..." diye mırıldandım sakince.
"Tamam, anladım. Sonra." dediğinde bir şey demedim.
Elini kalçamdan çekip belime koydu, boynumun derisini dişiyle çekiştirip bıraktı. Çenemden tutup kafamı kendine çevirdi ve dudaklarıma da sıkıca bir öpücük bıraktı.
"Şimdi gidebilirim." diye mırıldandı tahrik olmuş sesiyle.
Kafamı salladım, önüme döndüm ve yüzüne bakmadım.
"Akşam eve gelmeye çalışırım. Görüşürüz yavrum."
"Görüşürüz." dediğimde bir kez daha öptü boynumdan ve dışarı çıktı.
O çıktığı anda duraksadım, önümde akıp giden suya baktım.
İçimde garip bir his vardı, dudaklarımın üzerindeki ıslaklık bana iyi mi geliyordu kötü mü bilmiyordum.
Düşünmemeye çalışıp, işime devam ettim.
