"Koğuş kalk!"
Ranzanın demirlerine vurulurken uyanmamak için direndim.
"Günaydın bebeğim, uyanın artık." bu başka bir sesti, kaşlarım çatılırken gözlerimi araladım. Bu sefer başçavuş değil, bizden üst rütbede olan askerler uyandırmaya gelmişti ve alayla bağırıyorlardı. Biri ranza demirine vururken diğeri elini beline atmış ortada volta atıyordu.
"Hadi gülüm, hadi balım." dedi yeniden.
"Yavrum gel beraber uyuyalım." Adanalı uykulu sesiyle konuşunca güldüm, daha da uyuyamam diyerek oturur pozisyona geldim.
Onlara atışırken sıraya yakalanmayayım diye hızla dolabıma gidip havlumu ve tıraş bıçağımı aldım. O sırada herkesi uyandıran üniformalılar dışarı çıkıyordu.
"Oyyy sarı bebekte uyanmış." dedi benim boylarımda olan Sivaslı.
"Siktirin gidin sabah sabah uğraşamam." dedim koğuştan çıkarken.
Tuvalete gidip elimi yüzümü yıkadım ve hızla yüzümü köpükleyip çıkmaya başlayan sakallarımı tıraş ettim. Millet yavaş yavaş gelirken yine tüm lavabolar dolmuştu.
"Bugün yakın dövüş eğitimi varmış." dedi Erzincanlı sıra beklerken esneyerek.
"Sanki bordo bereliyiz amına koyayım." dedi Adanalı.
"Diş fırçasıyla etrafı temizlemekten iyidir." diye mırıldandım aynaya dikkatle bakarken.
"Orası öyle." dedi Erzincanlı.
Yüzümü yıkayıp kuruladım, son kez aynadan baktım ve uzamaya başlamış saçıma kısaca dokunup dışarı çıktım. Koğuşa dönüp üzerimi giyindim, ortalama aynı saatlerde dışarıya sayım için çıkmıştık.
Dinç bir şekilde sayımı tamamladıktan sonra kahvaltıya geçtik, kepçeyle doldurulan aşırı şekerli çayı alıp masaya oturdum. Bizimkiler yine sürünün başı, yani beni takip ederek oturduğum masaya doluştu.
"Revirdeki hemşireden rapor alıp tüm gün içeride yatacağım." dedi Edirneli. Kahvaltımı yaparken ses çıkarmadan onları izliyordum.
Kahvaltı bittikten sonra eğitim sebebiyle dışarı çıktık, bugün aşırı bir sıcak yoktu. Hatta hava kapalı bile sayılırdı, böyle olunca hayat enerjimizde gelmiş oldu. Sıcaktan baygınlık geçirmeyecektik.
"Dikkat!" diye bağırdı başçavuş, Ömer'in geldiğini anlayıp hızla sıraya geçtik.
Ömer büyük adımlarla yanımıza geldi, aramızda biraz mesafe bırakıp durdu. İlk başta herkesi süzdü.
"Nasılsın asker!"
"Sağ ol!"
"Bugün kimse eğitimden kaytarmayacak, birinizi bile kural dışı hareket yaparken görmeyeyim!"
"Emredersiniz komutanım!"
Ömer'le göz göze gelmemeye çalışıyordum, daha doğrusu dün gece yine kendi kendime bir karar almıştım. O beni sikine takmıyorsa, ben de onu takmayacaktım.
Başrol düşmanı kendi içimde öldürmüş, kendi filmimde tek başrol olarak kalmayı uygun bulmuştum. Kimsenin filminde figüran olmaya ihtiyacım yoktu. Hele ki üniversite zamanlarımı bana zindan eden Ömer'in merhametine hiç yoktu.
Yeniden bana düşman olmasını istiyordum diğer yandan çünkü bana üzüldüğünü anladığım zamandan beri onun için diğer askerlerden bir farkım kalmamıştı.
Ömer bir şeyler daha zırvaladı, ardından ise üst kademe askerlerden bizim yarı sayımız kadar asker geldi. Bir başçavuş ise yakın dövüşü öğretmek için birkaç direktif verdi.
Ardından her kıdemli bir çaylak, yani bizden birini alırken Sivaslı sırıtarak bana bakıyordu.
"Gel bakalım sarı bebe." diye seslendi yanıma gelirken.
"Ulan ben seni istemiyorum ya." dedim yalancı bir bıkkınlıkla.
Onun yanına giderken gözlerim saniyelik olarak Ömer'e değdi, çatılmaya meyilli kaşlarıyla bir bana bir de yanıma yaklaşan Sivaslıya bakıyordu. Bedenini dikleştirdi, önüne döndü.
O an aklıma geldi, daha ilk yılımızda kavga ederken ve bana şimdiki gibi düşman değilken 'sarı bebe' diyordu. Başkasının ağzından duyunca garipsemiş olmalıydı.
Daha sonra onu siktir ettim ve yakın dövüşü öğreneceğim kişinin yanına gittim. Bu çocuk çok gevşekti ve eğlenceliydi. Bir o kadar da yakın dövüş konusunda uzmandı.
Bana birkaç hareket gösterdikten sonra üzerinde denemem için dümdüz durdu. Tüm askerler çoktan başlamıştı bile. Hiç uzatmadan hareketi yapmaya çalıştım ama öyle iyi hamleler yapıyordu ki bana engel oluyordu.
"Hadi Sarı, hadi. Bebelik yapma." dedi, benim gibi boyu gökyüzüne ulaşacak adama.
Normalde başkası dese sinirleneceğim şeye, o deyince istemsizce güldüm. Kafamı iki yana sallayıp yeniden üzerine çullandım, yine beni hakladı. Sırtımdan vurup uzağa yolladığında nefes nefese döndüm.
"Erdal, sen nasıl dayak yersin lan?" dedi Erzincanlı, aynı saniye kendisine saldıran askere karşı koyamadı.
Onun bu haline gülerken, burnumu çektim ve yine Sivaslıya saldırdım. Bu sefer tüm hareketlerimi kısıtladı, sarılır pozisyonda durdu.
"Birader noluyor bana elin mi kalkmıyo acaba ayol?" dedi kulağıma fısıldayıp. İstemsizce kahkaha attım.
Tam ağzımı açıp bir şey diyecektim ki sıkı sıkı sarılmış kollardan saniyeler içinde kurtuldum, dengem şaşıp kalırken karşımda sinirle bize bakan Ömer'i gördüm.
Sivaslının kolundan tutup ayırmıştı, çocuk karşısında Ömer'i görünce korkuyla asker selamı verdi. Çünkü normalde sadece sözleriyle karışır, fiziksel müdahale etmezdi.
"Oynaşmaya mı geldiniz lan buraya?" diye bağırdı sinirle, diğerleri ciddiyetle eğitim yaparken gülüşmemizden bahsediyordu.
"Komutanım-" dedi Sivaslı.
"Git, boşta kalan diğer askerlerin yanına." dedi ve ardından gözlerini üzerime dikti. Belindeki silahı çıkarıp yanındaki askerine uzattı. "Bu askerle ben ilgileneceğim."
Arkadaki başçavuş o kadar sert durmasına rağmen üzgün gözlerle bana bakıyordu.
"Ömer Komutanla eğitim görmek mi? Allah yardımcısı olsun." dedi arkalarda, kıdemlilerden biri.
Süt dökmüş kedi gibi öylece dururken, silahı teslim edip bana döndü ve eliyle yanına gitmemi işaret etti. Kuruyan boğazımı yutkunarak yumuşattım ve yanına gittim.
Diğerlerinden birkaç adım daha uzakta duruyorduk.
"Gözünü benden ayırma." dedi sertçe, kafamı salladım.
Çenesinin ucuyla vurmamı emrettiğinde ani bir hareket yaptım ama anında kolumdan tutup çevirdi ve sırtımı göğsüne yasladı.
"Noldu? Dövüşmeyi mi unuttun solcu?" diye mırıldandı ve birden sırtıma vurup beni öteye itti.
Dişlerimi sıkıp ona döndüm, yeniden düşmanı gibi görmeye başlamış olmalıydı.
Bu sefer emir beklemeden üzerine atıldım, onun verdiği taktiklerden değilde kendi dövüş yöntemimle karşılık verdim. Yine bana engel oldu ama birkaç darbenin sertçe gelmesine mani olamadı.
"Dövüşmeyi unutmadım, tekniklerle kavga etmek bana göre değil." dedim onun duyacağı şekilde. Üzerime yürüdü.
"Zaten kavga etmiyordun asker." dedi ve kolumu yeniden çevirdi. Dediğini anlamadığım için kaşlarımı çattım ama canım o kadar yanıyordu ki o an canıma odaklandım.
Beni kenara fırlattı, dizlerimin üzerine çöktüğüm sırada tüm koğuşun ufaktan ufaktan bizi izlediğini gördüm.
"Asker," dedi boşta kalan bir kıdemliyi çağırırken. "İlgilen."
"Emredersiniz komutanım!"
Ömer Komutan bana kısaca baktı, ayağa kalkarken öfkeyle yüzünü izliyordum. Silahını usulca aldı, ardından kışlaya ilerledi.
Arkasından sinirle baktım.
