Önümdeki manzarayı izlerken artık gücümün kalmadığını hissettim.
Sivil hayatımda başıma böyle bir şey gelse daha güçlü duracağımı biliyordum ama şimdi o kadar sınanıyordum ki, bunun bir ceza olduğunu düşünmeye başlamıştım.
Dayanacak gücüm kalmamıştı.
Gülmeye, kafama takmamaya çalışıyordum ama gülüşüm bile ağlama hissiyatıyla doluydu. Gülmeyi unutmuştum.
Ben gülmeyi unutmuştum ama o gülmeyi hatırlamıştı, benden sonra.
Altmış beş kere gülmüştü başkalarına, benden sonra.
Bana yıllar boyunca sadece altmış dört kere gülmüşken, hiç tanımadığı veya hayatında yeri bile olmayan insanlara daha fazla gülmüştü.
Gülüşü değerliydi benim için, hani herkese göstermediğin bir yan olurdu ya, Ömer'de çok fazla gülümsemezdi. Ciddiydi, üniversitede bile komutan gibiydi.
Bu yüzden bana gülümsedikce kendimi özel hissediyordum.
Şimdi görüyordum ki aslında bu gülümsemeleri herkes görebiliyormuş.
Altmış altı oldu.
Ömer gülümseyerek eğitimdeki askerlere bir şey söylerken mutlu görünüyordu. Arkasında duran enkazdan bihaberdi.
"Erdal, sen yine hasta olacaksın herhalde yüzün bembeyaz olmuş." dedi Erzincalı biraz endişeli biçimde.
Cevap vermedim, gözlerimi ondan ayırmıyordum.
Gitmeme üç gün kalmıştı ve bir daha onu göremeyecektim. Hiç aklına gelmiyor muydum acaba? Oysa aileler ziyarete geldiğinde beni hatırlamış ve yine yalnız kalmamı önlemişti.
Seviyor diye düşünürken beynim acıyor diye haykırıyordu. Hatta bu siktiğimin beyni kalbim ne kadar kabul etmese de gittiğimde onun daha mutlu olacağını söylüyordu.
Eğitim bittiğinde Ömer yanına gelen askerin omzunu sıkıp bir şeyler söyledi gülerek, asker heyecanla kafasını salladı. Bir komutanın kendisiyle bu kadar ilgilenmesi heyecanlanmasına sebep olmuştu.
Daha sonra ise Ömer geriye döndü, kendi eseri olan enkaza kısaca bakıp bakışlarını çevirdi. Yeşil gözlerinin yüzüme değmesi bile artık bir nimet gibi geliyordu.
Binaya girdi büyük adımlarla, kahvelerimi kapıdan ayırmadan uzunca süre baktım. Gururum ve aşkım birbiriyle savaşa tutulmuştu, gururum çok kez bıçak darbesi almış yıkılmak üzereydi. Aşk ise gururu aşıp, son bir umut aydınlığa kavuşmak istiyordu.
Aşk, bir bıçak darbesi daha vurup gururun yere çökmesini sağladığı anda ben ayağa kalktım. Hiçbir şeyi düşünmeden.
"Nereye lan?" dedi Adanalı.
"Delirdi iyice." Ankaralı üzgün bir tonda mırıldandı, son günlerde halimi gördükçe kafayı yemiş bir insana izlermiş gibi izliyorlardı beni.
Umursamadan binaya girdim ve solgun yüzümle merdivenlere yöneldim. İfadesiz yüzümle nöbetçilere bile cevap vermeden onun odasına gidip son kalan mantıklı düşünen ve nefret ettiğim yanım kapıyı çalmayı akıl etti.
Kapıyı çaldıktan sonra ise o gel derken ben çoktan kapıyı açıp girmiştim.
Ömer beni gördüğünde afalladı ama sanki diğer yandan bu görüntüyü bekliyordu. Kapıyı kapatıp, dümdüz ifademle öylece dikilip yüzüne baktım.
"Efendim?" dedi normal bir sesle. Sanki herhangi bir askeri içeri girmiş gibi.
Birkaç saniye bekledim, ağlamayacağımı anladığım an dudaklarımı araladım.
