24. Bölüm

8.3K 473 158
                                    


*bölüm şarkısı: telli turnam: musa eroğlu

Ali, Tuğba'yı ilk sevdiği zamanlar evlerinin önündeki çınar ağacının altına gider onu izlerdi hep. Yanına yaklaşmaya cesaret edemez uzaktan uzaktan bakardı. Saçlarını savuruşuna, kırmızı dudaklarına, incecik beline şekilli burnuna bakardı. Gözlerine bakmaya korkardı hep. Göz göze gelmekten korktuğundan değildi bu korkusu Ali'nin. Orada gördükleri Tuğba'nın içindeki yerini değiştirir diye korkardı. Tuğba güzeldi. Madden dünyadaki en güzel insanlardan biriydi onun için ama Ali, Tuğba'nın gözlerine bakınca üşüyordu. Orada gördüğü şeyler buz gibi yapıyordu onu. Bir süre sonra gözlerine de bakmaya başladı. Uzunca bir zaman da fark etmedi gözlerini büyüleyen güzelliğin o bakışlardan ölesiye korktuğunu. Unutmuştu o zamanları. Şimdi düşününce anlıyordu hepsini. Yavuz'un ilk gözlerine bakıyordu. Zifiri gözleri onu kara bir büyüyle büyülemiyor içine çekiyordu. Ali gerçeklik ve hayal arasındaki o sınırda kalıyordu. Yaşadığını hissettiriyordu o gözler. Sonra bütün tereddütleri birer birer yok oluyordu.

Düşününce sonlarını bile göremiyordu. Belki bir son bile yoktu bilmiyordu. Yine de bu hiçliğe uzanan yolda koşmak istiyordu durmadan. Biliyordu ki hayat beklemek için kısaydı. Ali bir şeylere geç kalmamayı en iyi babasından öğrenmişti. Kaçırdığı trenlerin arkasından bakmanın ne kadar acı verici olduğunu biliyordu. Yirmi altı yaşındaydı kırk tane tren kaçırmıştı. Kırkının da arkasından nefes nefese bakmıştı ağzında küflü bir tatla. O yüzdendi Yavuz'un peşinde koşmaları. Kırgınlığının bir saati bile geçmeyişi. Hayat kısaydı.

"Ali yemeğini yesene oğlum."

Annesinin sesiyle irkilirken önündeki tabaktan duran patates yemeğini tırtıklamayı bırakıp kaşığını ağzına götürmüştü Ali. İlk zamanlar evde yemek bile yiyemiyor boğazından geçmiyordu. Yavuz'u sevdiğini kabullenmeye başladığı zamanlar annesiyle kardeşinin yüzüne bakamıyor babasıyla yemekler yediği masaya oturamıyordu. Utanç değil bir tür kabullenilmiş suçluluktu bu durum. Şimdiyse içinde bir gram suçluluk kalmamış gönül rahatlığı ile boğazından geçiyordu bütün lokmalar. Bir erkeği sevmek suç değildi artık.

"Abi haftaya veli toplantısı var gelir misin?"

Kardeşinin sesiyle ona dönüp ağzındakini yutmuştu. Gülümseyip başını sallarken "Okul çıkışı mı?" demişti. Kardeşi başını sallayıp onu onaylayınca "Tamam gelirim." diyip gülümsemişti.

"Ali faturaları da bir öde oğlum gitmeden birikti."

Ali annesine bakıp başını sallarken bu her ay yapılan konuşmalar ruhunu daraltıyordu. O kadar çok sorumluluğun altında eziliyordu ki bazen her şeyi bırakıp kaçmak istiyordu. Sonra hiçbir şey olmamış gibi ellerini cebine koyup dükkana gidiyordu. Akıştan nasıl kaçardı insan bilmiyordu?

"Tamam anne öderim çıkmadan cebime koy."

Annesi gururla başını sallarken "Aslanım benim." demişti. "Evimizin direği Allah seni başımızdan eksik etmesin."

Ali'nin boğazına bir yumru otururken gülümseyemedi bile. Ali istememişti bu evin direği olmak. İstemediği hayatın pençesinde kalakalmıştı. Annesi masanın üzerinde duran elini tutarken gözlerini doldurmuştu bile. Duygusal bir kadın değildi ama kocası öldüğünden beri gözleri çabuk dolar olmuştu.

"Paşam benim. Senelerdir bize bakıyorsun çalışıyorsun. Allah razı olsun oğlum. Bir de evlendiğini çoluğunu çocuğunu görürsem gözüm açık gitmem."

Ali'nin dudakları aralanırken yine cevap vermedi. Ali'nin hiç çocuğu olmayacaktı. Ali bir kadınla evlenmeyecekti. Kalbinde Yavuz'un aşkı olduğu sürece annesinin bu hayallerini gerçekleştirmeyecekti.

Metrisin Önü (b×b)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin