*bölüm şarkısı: kesikçayır- neşet ertaşHerkes seyahat etmeyi sevmezdi. Bazı insanlar yolun uzunluğundan şikayet eder, bazı insanlar bunun zaman kaybı olduğunu savunurdu. Dünyanın hızına o kadar ayak uydurulmuştu ki anın tadı unutulmuştu artık. Seyahat etmek gibi uzun zaman harcanan işlere de insanlar katlanamamaya başlamıştı. Akıp giden yolu izlemenin verdiği keyif de rafa kaldırılmıştı bir süre sonra. Trenler yerine otobüsler, otobüsler yerine arabalar, arabalar yerine de uçaklar tercih edilmeye başlamıştı.
Yavuz küçüklükten beri üç kere seyahata çıkmıştı. Birincisi annesi ile babasının büyük bir kavgasından sonra olmuştu. Annesi topladığı koca valizle yüzüne şöyle bir bakıp söylene söylene üzerine montunu geçirmişti. "Belasın başıma." "Ne geldiyse senin yüzünden başıma geldi." "Kurtulacaktım bu hayattan mahvettin her şeyi." Yavuz bunları duymaya o kadar alışmıştı ki ses bile çıkarmamıştı. Annesi fermuarını çekmezken kendisi küçük elleriyle fermuarı çekmeye çalışsa da becermemiş ayazda montunun önü açık bir şekilde yavaşça annesini takip etmişti küçük adımlarla. Otobüse giderlerken annesi elinden tutup onu bindirirken ise az önce yaşadığı her şeyi unutmuş heyecanla etrafına bakınmıştı. "Herkes nereye gidiyor anne?" diye merakla sorarken annesi ona ters bir bakış atmıştı. "Sanane. Sen önüne bak. Çok soru sorma bana Yavuz." Sonra ise ağzını açmamıştı yine. Kaybolan yollara kara gözlerini koca koca yapıp bakarken otobüsün hareket ettiğini mi yoksa yolun hareket ettiğini mi seçemiyordu. Sonra yolun hareket edemeyeceğini düşünüp anlamlandırmaya çalışıyordu. Bazen ağaçlara bakıyor sırayla asker gibi olanlara isimler veriyordu bazense yandan geçen arabaların rengini sayıyordu. O gün beş saat yolculuk yaptıktan sonra bir minibüse binmişler dedesinin evine gitmişlerdi ki dedesi annesi kapıdan girer girmez annesinin yüzüne sert bir tokat atmıştı. Yavuz dedesinin yüzüne korkunç bir yüzle bakıp "Piçini de alıp gelmişsin buraya. Bu evde senin yerin yok artık. Yarın geldiğin gibi gideceksin." diyişini hiç unutamıyordu. Annesi ile bir odaya gidip hiç sesini çıkarmazken kadının içli ağlayışları da bir türlü aklından çıkmıyordu. Annesi hıçkırıklarının arasından ona öyle bir nefretle bakmıştı ki Yavuz yerinde küçülmüştü de küçülmüştü.
Sabah olup da apar topar evden giderlerken anneannesi onu kucağına alıp ağlayarak öpmüştü. Yavuz bir süre şaşkınca ona bakmıştı çünkü annesi onu hiç bu şekilde öpmemişti. "Bahtsız kuzum." demişti gözü yaşlı kadın onun minik suratını severken. "Bahtsız kuzum bu dünyada herkesin senden bir özür borcu var." Kadın yanağına son bir öpücük bırakırken annesi onun elini kıracak gibi tutup elindeki bavulla çıkmıştı o evden. Yavuz şimdilerde istenmeyen bir çocuk olamanın bütün o küflü tadını daha iyi alıyordu. Sevilmemenin, hor görülmenin, dışlanmanın, yediği dayakların hesabını soramıyordu. Annesi ve babasının yasaklı meyvesi olmanın lanetini üzerinden bir türlü atamıyordu. Belki de doğarak bütün suçu üstlenmişti sessizce.
Şimdi yanında onu sevdiğini söyleyen, bunu hissettirmekten çekinmeyen adamla akıp giden yolu izlerken doğmaması gerektiğini kabul ediyordu. Yine de belki şu an bu anları yaşamak bile yaşadığı onca şeye değerdi. Babasını dediği gibi elini kolunu bağlayan bir kamburdu, annesini dediği gibi onun hayatındaki en büyük taştı. Yine de Ali'nin yanında huzurla gözlerini kapatıp huzurla soluklanmaya değerdi.
"Üzerine şu battaniyeyi ört yavrum arabanın içi serin biraz." Elini klimaya atıp kontrol etmişti. "Allah Allah bu da bozulacak zamanı buldu." Arkaya uzanıp battaniyeyi aldıktan sonra onun dizlerine bırakmıştı.
"Oğlum narin bir şeymişim gibi davranma."
Yine de dizlerinin üzerindeki battaniyeyi alıp örtmüştü üzerine. Ali tek kaşını kaldırıp ona bakmıştı. "Narinlikle ne alakası var oğlum. Üşme diye." Dudaklarına hin bir gülümseme kondurmuş önüne dönmüştü. "Hem sen de koca bir bebeksin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Metrisin Önü (b×b)
Novela Juvenil'bir tek seni sevdim, gerisi yalan...' Ali ve Yavuz çocukluk arkadaşıydı. Düşman olmuşlardı.