*bölüm şarkısı: haydi gel benimle ol - sezen aksu
Bazen hayatımızda bazı insanları olduğu gibi kabul ederdik. Herkesin fikirleri aynı olmazdı, aynı denizin sularında yüzmezdi insan bazen. Kelimeler herkesin dudaklarından farklı çıkardı mesela. En sevdiği rengi bile herkes farklı görürdü. Önemli olan bunlar değildi. Önemli olan bunlarla beraber yaşayabilmekti.
Kürşat'la olan o konuşmanın üzerinden neredeyse iki hafta geçmişti. Ali bu iki haftada sürekli bu konuşmayı düşünüyor en son yine aynı yere varıyordu fikirleri. Arkadaşları homofobikti. Her ne kadar sevdiği adamı bir kenara bırakmayacak gibiyse arkadaşlarını da arkasında bırakıp hayatına devam edemezdi. Senelerce verilmiş emekler vardı. Birbirlerinin omuzlarında biriktirdikleri gözyaşları, hüzünler, dertler, kahkahalar vardı. Ali hepsini elinin tersiyle itip hayatına devam edemezdi. Belki onlara hiçbir zaman uğruna sayfalarca şiir yazdığı görünce kalbi son hızda atan oğlanı anlatamazdı. Belki hayatının sonuna kadar bunu bir sır olarak saklardı. Ama kabullenmişti. Öfkeli değildi. Kırgın değildi artık. Böyle olsun istemezdi. Kendisini saklamak en değer verdiklerinden köşe bucak kaçmak istemezdi ama olması gereken buydu. Onlar anlamazdı, ne kadar sevdiğini sorgulamazdı, gözlerine bakmak için bile saniyeler saydığını bilmezlerdi. Onlar bir erkeğe aşık olduğunu söylerlerdi. Dillerinden düşürmedikleri tonlarca küfür ederlerdi. Ali bunu yaşamayı istemiyordu.
Aylar önce kendisinin Yavuz'a bir şeyler hissetmediği zamanları düşünüyordu. Ali de onlar gibiydi. Tıpkı onlar gibi düşünüyor, etrafında olmalarını istemiyordu. Pasif bir nefret değil miydi bu da? Şimdi düşününce hepsinin ne kadar da saçma aslında kendini gizlemek için uydurulmuş ezbere düşünceler olduğunu fark ediyordu. Ali'nin öfkesi kimseye değildi. Ali'nin öfkesi bunu onlara aşılayan, bu nefret tohumlarını bir bir içlerine eken toplumaydı. Annesineydi. Mahalledeki el ele tutuşan iki insan görünce ayıplayan insanlaraydı. Her haltı hiçbir yüz kızarma belirti olmadan yiyip sırf iki insan birbirini seviyor diye demediğini bırakmayan insanlaraydı. O insanlar her yerdelerdi.
Şimdi Ali babasının dediği her şeyi daha iyi anlıyordu. Onun sevmek konusundaki sınırsızlığını, saygısını daha iyi anlıyordu. Ali babası öldükten sonra sevgiye de körelmişti. 'Erkek' olmak bunu gerektirirdi çünkü. 'Erkek adam' olmak bunları gerektirirdi.
Çalan telefonuyla düşüncelerinden uzaklaşırken "Annem" yazısıyla televizyonun sesini kıstı. Annesi ve kız kardeşi haftasonunu geçirmek için iki günlüğüne annesinin köyüne gitmişlerdi. Annesi dün yola çıktığından beri defalarca kez aramıştı. Yemek yiyip yemediğini, evi dağıtmamasını, bulaşık çıkardıysa toplamasını çocuğa anlatır gibi her konuşmada anlatıyordu. Ali bazen zaten dükkandayım diye onu geçiştiriyordu.
Daha fazla çalan telefonu bekletmeden açarken kulağına götürdü mayışmış hareketlerle.
"Alo?"
"Alo. Ali ne yapıyorsun oğlum?"
Ali açık televizyona boş bir bakış attı. Saçma bir program vardı ve yarım saattir anlamadan onu izliyordu.
"Oturuyorum anne. Siz ne yapıyorsunuz?"Arkadan "Ali'ye selam söyle." sesi gelirken kim olduğunu seçememişti. Anne tarafındaki akrabaları ile pek arası yoktu o yüzden kimin konuştuğunu anlamiyordu. Annesi, anneannesinin ve kız kardeşlerinin evinde kalıyordu iki gündür. Muhtemelen teyzesinin biriydi selam gönderen.
"Söylerim söylerim. Mehtap teyzen selam söyle diyor. Biz de onlara geldik bugün. Bir sürü şey yapmışlar biz geliyoruz diye. Dedim zahmet etmeseydiniz ama dinlemiyorlar işte. Keşke sen de gelseydin seni sordular hep oğlum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Metrisin Önü (b×b)
Novela Juvenil'bir tek seni sevdim, gerisi yalan...' Ali ve Yavuz çocukluk arkadaşıydı. Düşman olmuşlardı.