Bahar'dan...
Şehrin en nezih balo salonundayız. Her yer kırmızı ve siyah tonlarında.. Öyle ki zemin bile bordo ve parlaktı... Simsiyah tavandan yıldızları görüyor olmam mucize gibiydi.
Dansa kaldırılmıştım.
Sanki buraya başka bir renkle girsem ters kelepçeyle alınacakmışım gibi kıpkırmızı bir elbise var üzerimde. Yırtmacının biraz uzun olması kesinlikle bacağımı iki metre gösteriyordu ama bu sevgilimin elbise konusunda yüzünü buruşturmasına engel değildi.
Sadece müzik sesi vardı. Bir de kollarının arasında dans ettiğim Yusuf.
O da siyahtı işte. Klasik.. Ama klasiğin en sıradışı olanı.
Niye diyeceksiniz, çünkü benim bakış açımdasınız. Ve ben şu an yaşımın gerektirdiği gibi aşkı en doruklarda yaşayan duygusal bir insanım. Onun siyahı benim için gökkuşağı...
Piyano tuşlarından yükselen ritmin, notaların havada dans ettiğini görmemi sağlayacak kadar etkileyici olması gerçekten olağanüstüydü. Valse, şu ana kadar dinlediğim en iyi parçaydı piyanoda benim için..
Şarkı biterken bir ağlama sesi yükseldi. Karanlık ortam birden bire aydınlandı.
Ve aslında ben sadece gözümü açmıştım. Tam karşımdaki koltuğa oturmuştu Berkcan. Kucağında da oğlu vardı, babasının kucağında bile ağlamaktan çekinmeyen daha bir yaşında bile olmayan Deniz.. Ah güzel bebeğim, bütün ortama sıçtın halacım teşekkürler.
Uzandığım koltukta doğrulup karşıya baktım. Piyanonun olduğu köşeye. Yusuf hâlâ ordaydı ve çaldığı parça bitmesine rağmen ufak ufak tuşlara basıyordu hâlâ.
Burdan bakınca, sanatın en güzelini icra ediyor olduğunu düşünmeye başlamıştım. Full konsantreydi, bebek ağlamasını falan duymuyor olmalıydı.
"Niye ağlıyorsun sen?" diye sesimi incelterek ayağa kalktım ve Deniz'i Berkcan'dan aldım.
"Çünkü bebeklik sözleşmesinde anne babasına eziyet çektirmek yazıyor." dedi Berkcan oflayarak ve kendini kanepeye bıraktı. Yastıklardan biriyle de yüzünü kapattı. Belli ki yorulmuşlardı.
Deniz'le beraber hâlâ piyano çalan Yusuf'un yanına gittik. Bizi duymuyordu o şu an. Deniz sakinleşmişti ve ben de bu yüzden onu Yusuf'un omuzlarına oturttum. :)
Hiç bozmayıp çalmaya bir eliyle devam ederken diğer eliyle Deniz'in bir bacağını tutmuştu.
"İşte sanat böyle bir şey halacım. Dinle bak." dedim bebeği tutmaya devam ederek. Bu arada kendisi de küçük kollarını Yusuf'un kafasına dolamıştı düşmekten korkuyor gibi. Ah sapşal bebek, sanki ben seni bırakıcam da burda..
Yusuf onu tutup kucağına alana kadar tutmaya devam edip sonra bırakmıştım. Şimdi miniğimiz piyano çalacaktı.
Minik parmaklarını tutup tek tek tuşlara dokundurdu. Bu arada kendisi de uyandığından beri sadece piyano çalıyordu. Sanki iki saatlik bir grip geçirmişti de o ara ilham perileri gelmiş gibiydi.
Onları kendi hallerinde bıraktım ve bahçedeki kızların yanına çıktım..
***
İzmir maceramız gayet tatlı sonlanmıştı. Ben Eskişehir'e inatla geri dönerken, benimkiler de İstanbul yolundaydı.
Okullar devam ediyordu. Artık dersler dışında hiçbir kaygımın olmadığını hissediyordum. Biraz olsun iyi gelmişti uzak durmak sanki.
Dönem ortasındaydık ve ben oturmuş deli gibi reklam filmi izliyordum. Neden diye sorun...
Çünkü en sevdiklerim başrolde. Hayır film değil, reklam. 15 saniyelik story gibi ama televizyonda falan yayında yani.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BELA
FanfictionRomeo ve Juliet hikayesi, Yusuf ve Bahar için artık sadece bir tiyatro oyunu değildi, her şeyiyle gerçek olmuştu. ✿ ✿ ✿ "Bak bana... Sen deli misin? Ben senden başkasına yar diyebilir miyim sence?" ··· "Beni ne zaman bu kadar etkin altına aldın sen...