15 - 16 Ocak, 1595
Osmanlı Devleti
O kış çok sert geçmekteydi. Zahiren de manen de her şey soğuktu. İnsanlar dahi buz kesmişti sanki. Öyle ki hünkarın hastalığının arttığı bir yana bir de yetmezmişcesine onun felç geçirdiği haberi harem içinde hızla yayılıp gitmişti.
Kıyamet yakındır, demişti biri. Bu söz sahiden vaki oldu ve harem kadınları arasında büyük bir vavelya meydana geldi. Şehzade anaları dizginlerinden kurtulmuşcasına galeyana gelip can havliyle ortalığı ayağa kaldırmış, haremdeki cariyeler dahi kendilerine sığınacak bir liman arayışına koyulmuştu.
Safiye ise günlerdir sağa sola koşuşturmaktan yemeyi içmeyi unutmuştu. Bir yandan oğlu Mehmed'e payitahta gelmesi için haber edip etmemekte tereddüt ediyor bir yandan da harem içinde kendi canını muhafaza etmeye çalışıyordu. Öyle ki hasekiler tam manasıyla çıldırmış gibiydi. Onları zaptetmek ise hayli güç olduğundan Eski Saray'dan ağalar nakledilmiş ve dahi Safiye'nin eliyle rüşvet yoluna başvurulup adamlar satın alınmıştı.
Ancak Murad hala sağdı ve işitebiliyor, konuşabiliyor, hatta güçlükle de olsa destek sağlanarak ayağa da kalkabiliyordu. Öyle ki inme ( felç ) yalnızca bir yanına hasıl olmuş fakat yine de onu büsbütün yıkıp geçmiş, perişan etmişti.
İşler gayrı çok farklı yönlere çekiliyordu. Şehzade Mustafa taraftarları haberi öğrenir öğrenmez haremde olan bitenleri hünkara söylemek adına has oda önüne geliyor, haremdeki kadınların haykırışları da ortalığı inletiyor, en kötüsü de bihaber olan asker bir şeylerden yana şüphe etmeye başlıyordu.
Evet, yaklaşan fırtına kendini belli etmişti. Hem de öyle bir belli etmişti ki yürekleri ağızlarda bırakmıştı. Ah, gerçi daha da bırakacaktı ya... Gündüzü geceye, cenneti de cehenneme çevirecekti bu kopacak olan fırtına.
...
***
Safiye Sultan Dairesi
" Sultanım, vaziyeti artık bir an evvel Şehzade Mehmed Hazretleri'ne bildirmeliyiz. Aksi halde onca insanı nasıl zaptedeceğiz ? Allah korusun hele de olan biteni asker öğrenecek olursa vallahi taş üstünde taş bırakmazlar. "
Babüssade Ağası olan Gazanfer'di bu. Aslen Macar'dı. Rahmetli Nurbanu Sultan ile merhum padişah Selim Han'ın da en has adamı... Gayrı Nurbanu'nun ardından kulluğunu da sadakatini de Safiye'ye bağlamıştı o. Ona tabi olmuş ve hizmetini de ona sunmuştu.
" Daha değil Gazanfer, daha değil ! Görmez misin, hünkarımız sağ. En mühimi de hala ayakta... Olur da şehzademizin sancağından payitahta doğru geldiğini işitecek olur ve Allah'ım esirgesin münafıkların sözüne uyup da gider ayak evladıma kıyacak olursa... "
Bu dediklerinde haksız sayılmazdı Safiye. Öyle ki hiçbir şehzade, babasından izinsiz zinhar sancağının sınırları dışına çıkamaz, hele hele habersizce payitahta gelemezdi. Gelirse de asi ilan edilir ve derhal hakkında idam fermanı çıkarılırdı.
Ancak öte yandan da Gazanfer haklıydı. Zira haremde ortalık fena karışmış, devlet adamlarınca bölünmeler başlamış, yeniçeri de gözünü saraya dikmişti. Gayrı ne yapıp edip Şehzade Mehmed çağrılmalı, böylece taht da güvence altına alınmalıydı.
" Ne yapacağız peki sultanım ? Bunca kadına, şehzadelere nasıl mani olacağız ? Ya Şehzade Mustafa'yı destekleyenler askere haber edip de isyana kalkışırsa... "
" Bekleyeceğiz Gazanfer. İcap ederse sipahi ve bostancıları kullanıp sindireceğiz onları. Lakin... Lakin Sultan Murad iyice ağırlaşmadan Mehmed'e haber gitmeyecek. Zinhar gitmeyecek ! "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEMS-ÜL HÂRE
Historical FictionDillere destan güzelliği cesareti ve zekâsıyla herkesi kendine hayran bırakan Venedikli Sofia. Manisa Sarayı'nda şehzadeye hediye edilen ve herkesi büyüleyen bir esir. Kanuni'nin torunu, Üçüncü Murat'ın önce gözdesi sonra eşi. Üçüncü Mehmet'in ann...