3 GÜN SONRA
Osmanlı Sarayı
Nurbanu Sultan Dairesi
" Validem, telaşınıza makul bir sebep dahi yokken nedir bu haliniz? Korkutuyorsunuz bizleri. "
Kızları Gevherhan, Esmahan ve Şah Sultan ile birlikte dairesinin terasında oturup, abileri Murad'ın başına gelen talihsiz kazayı anlatmıştı Nurbanu Sultan. Ve dâhi Manisa'ya gideceğini de söylemişti kızlarına.
Nurbanu Sultan:
" Ne dersen de Gevherhan. Murad'ı görmeden içim rahat etmeyecek. Hem epey oldu gitmeyeli. Arslanım iyi midir, ahvali nasıldır, diye öğrenebilmek için cariyelerden, ağalardan medet umar olduk. Bizzat görmek istiyorum artık. "
Gözlerini devirmişti Gevherhan Sultan. Validesi ne de güzel titriyordu üstüne abisinin. Oysa onlar... Sırf kız oldukları için rızaları dahi alınmadan taht ve taç uğruna sevmedikleri adamlarla evlendirilmişlerdi. Gerçi ablası Esmahan halinden memnundu. Öyle ya koskoca veziriazamdı kocası. Şah da güç olarak Esmahan'dan kalır yanı yoktu. Fakat kendisi... Piyale Paşa ile evliydi. Sevmediği bir adamla...
Esmahan Sultan:
" Gitmelisiniz validem. Neticede alakayı eksik etmemek lazım gelir. Mâlum dost var, düşman var. "
Bir an için sessizlik hakim olmuştu terasta. Yalnızca ılık bir rüzgar oksuyordu yüzleri. Ara ara da kuşlar konuyordu mermer korkuluklara. Yalın bir havanın kızıllığı kalmıştı artık.
Nurbanu Sultan:
" Allah'ın izniyle yarın yola revan olacağım. Gazanfer Ağa burada, babanızla kalacak. Sizlerden isteğim o kutlu gün gelinceye dek gözünüzü, kulağınızı bu saraydan bilhassa da halanız Mihrimah Sultan'dan ayırmamanız. O ki bir yılan. Her an sokup, zehrini boşaltmak için bekleyen bir yılan!"
***
Mihrimah Sultan Dairesi
Toprak kaplar içinde gelen sıcacık leblebilere daldırmıştı elini Şehzade Mustafa. Bir an için leblebinin sıcaklığıyla ellerini ovuştursa da yemeye başlamıştı bile. Validesi Leyla Sultan da evladına tebessüm ederek Mihrimah Sultan'a dönmüştü yüzünü.
Leyla Sultan:
" Mustafa'm leblebiyi çok sever. Bazı vakitler uykusundan uyanıp, leblebi dahi istediği olmuştur. "
Mihrimah Sultan:
" Hayli büyümüş Mustafa. Pek cevval olacak belli. Rahmetli amcası, Mustafa abimi anımsattı bana. Kaşı, gözü... İnşallah huyları da benzer fakat... Fakat kaderi benzemesin."
Güçlükle konuşabilmişti Mihrimah Sultan. Sahi ne olmuştu ona? Bugünlerde, hele ki bugünlerde dilinden düşürmez olmuştu rahmetli kardeşlerini.
Leyla Sultan:
" Allah'ım esirgesin Sultanım. Allah'ım yazdıysa bozsun. "
Mihrimah Sultan:
" Amin hatun. Amin. Her neyse işittin mi bilmiyorum ama yarın Nurbanu yola çıkacak. Zira Manisa'ya gidecekmiş. "
Elinde tuttuğu şerbeti tepsiye bırakıp, kenarları yaldız işleme mendiliyle dudaklarında kalan ıslaklığı silmişti Leyla Haseki.
Leyla Haseki:
" Evlat işte Sultanım. Nasıl ki mâl canın yongası ise canınızın canını düşünün bir de. Nurbanu Sultan'ın tek direği Şehzade Murad. Haliyle endişesini anlayabiliyorum. Zira tek sermayesi, tek umudu... "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEMS-ÜL HÂRE
Historical FictionDillere destan güzelliği cesareti ve zekâsıyla herkesi kendine hayran bırakan Venedikli Sofia. Manisa Sarayı'nda şehzadeye hediye edilen ve herkesi büyüleyen bir esir. Kanuni'nin torunu, Üçüncü Murat'ın önce gözdesi sonra eşi. Üçüncü Mehmet'in ann...