Hünkarın Kararlılığı

185 11 25
                                    

1595 Sonları

Sultan Murad'ın vefatının üstünden aylar geçmiş ve Osmanlı ülkesinde yeni bir devir başlamıştı. Başa geçen bu yeni padişah, kuşkusuz merhum hünkar Murad Han'ın en sevgilisi olan Safiye'nin oğlu, Sultan Mehmed-i Salis'ten başkası değildi. Mehmed ki vakur bir padişahtı. Sükutu seven, hayli hassas ve dahi gönül kırmaktan imtiyaz edendi. Bu sebeptendir ki, nasıl ki kardeşlerine kıymış o günden beri yemeden içmeden kesilip kendini dairesine kapamıştı. Onun bu ahvali ise herkeslerce malum olduğundan gerek devlet kademelerinin erleri gerek padişahın haremi gerekse de cihanın validesi Safiye Sultan vaziyete kendilerince dur demek istemiş ve nihayetinde de bu uğurda muvaffakiyet kazanmıştı.

Bu muvaffakiyet ise bir düğünle gerçekleşmişti. Öyle ki bundan üç ay kadar evvel sarayın yaslı, kasvetli havası dağıtılmış ve dahi Sultan Mehmed ile Arnavut soyundan gelme Güher'in nikahı kıyılmıştı. Güher Hatun bu nikahla birlikte hasekilik makamına otururken padişahın diğer eşleri olan Handan, Ab-ı Leyal, Fatma ve Halime Hasekiler ise adeta burunlarından soluyup bu işin ardında bulunan ve dahi onları günahı denli sevmeyen Valide Safiye Sultan'a içten içe diş bilemeye koyulmuştu.

Safiye'ye gelince... O uzun zamandır hiç olmadığı denli mutlu, huzurluydu. Zira bu izdivaçla bir türlü sevemediği gelinlerine karşı can acıtıcı bir hamle yapmış ve dahi bizzat kendi eliyle yetiştirmiş olduğu güzeller güzeli Arnavut Kızı'nı da oğlunun döşeğine sokmuştu. Velhasıl bir taşla binlerce kuş vurmuştu valide. Karlı çıkmış, en mühimi de geçen nice günlerin ardından padişah oğlunun nazarında az da olsa kıymete binmişti.

Ancak sarayda her şey yolundaymış gibi görünse de gözden kaçan bir hakikat vardı. Bir hakikat, bir uğultu ve dahi büyük bir tehlike... Öyle ki Sultan Murad Han devrinde başlayan Avusturya seferi ne yazık Osmanlıların aleyhine dönmüş, Estergon Kalesi kahramanca direnmesine rağmen sırf yardım gelmedi diye kaybedilmiş, Eflak üzerinde nice yeniçeri ve akıncılar bataklıklara saplanıp da vefat etmişti. Üstelik yetmezmiş gibi Tuna'daki Vişegrad da düşmanın eline geçmişti.

Bu olanlardan mütevellit pek hissedilmese de başta ahali olmak üzere herkes huzursuzdu. Zira koskoca Osmanlı asırlık devirlerinde bir ilki yaşıyordu. Öyle ya bu vakte dek hiçbir vakit toprağından olmayan bu devlete ne oluyordu böyle de namıyla korku salan askeri küffar önünden kaçıp duruyordu ? Ne diye hep hezimet haberleri ulaşıyordu payitahta ?

Akıldan geçen sorular bunlardı elbet. Fakat daha mühimi vardı. O da bu gidişata Sultan Mehmed'in ne diyeceği ve dahi nasıl tepki vereceğiydi.

Ah...

...

***

Has Bahçe

Bir hazan günüydü. Vakitse öğleye doğruydu. Rengarenk kasımpatılar ve hercailerle bezeli bahçede Valide Safiye Sultan ve hizmetlileri dolanmakta, sonbaharın şifalı havasını solumaktaydı. Fakat uzaktan dahi olsa belliydi ki valide sultan pek bir gergin olup aynı zamanda da keyifsizdi. O ancak istediğini elde edemediğinde böyle olurdu ki işte şimdi de bahsedilen ahval üzereydi.

'' Sinan Paşa bizi büyük bir sükut-u hayale uğrattı. Yalnızca o mu, Mehmed Paşa da... Anlaşılan külçeyle önlerine koyduğumuz altınlar az geldi. Az geldi de verdikleri sözleri tutmaz oldu hainler. ''

Sinirliydi Safiye Sultan. Öyle ki Avusturya ellerinden gelen bu mağlubiyete hayli üzülmüş, dertlenmişti. Halbuki bu vazife için Sinan Paşa'yı da Mehmed Paşa'yı da o tavsiye etmişti hünkar oğluna. Zira güvenmiş, sadakatlerini teslim almak için de önlerine nice altınlar koymuştu. Lakin ya şimdi ...

'' Ben esas hünkarımızdan yana endişe ederim, sultanım. Siz de fark etmişsinizdir, ömrümce kendilerini bu denli öfkeli görmedim. Maazallah ellerinden bir kaza çıkabilir yahut da olmazları oldurabilir. ''

ŞEMS-ÜL HÂREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin