Manisa Sancağı
Bir haftalık yolu beş günde katedip Manisa'ya oğlunun yanına varmıştı, Safiye. Ve işte şimdi de yanında sadık ağası Bülbül, eşyalarını taşıyan ağalar ve nedimeleriyle birlikte bu küçük sarayın avlusundan içeri girmişti.
Manisa... Bu saray... Ömrünün baharını yaşadığı, ince bir filizken dallanıp budaklandığı yer... Doğrusu onca yıla rağmen pek değişmemişti. Her şey sanki bıraktığı gibiydi. Öyle ki daha cariye iken işlediği kanaviçe dahi bir duvara asılmış durmaktaydı.
" Validem... "
Gelene doğru bakmıştı Safiye. Gelen biriciği olan oğlu Mehmed'ti. Onun ardından da eteklerini tuta tuta Dudu Kalfa gelmekteydi.
" Bizim arslan oğlumuz."
Kucaklaşmıştı ana oğul. Safiye oğlunu sıktıkça sıkıyor ayrılmak istemiyordu. Zira ona duyduğu sevgi bambaşkaydı şüphesiz. Kalpten, en derindendi.
" Hoş geldiniz validem. İnşallah bir aksilik yaşamadan rahatça geçmiştir yolculuğunuz. "
Gülümsemişti Safiye. Akabinde de kar beyazı ellerini şefkatle oğlunun kemikli yüzünde gezdirmişti.
" Hiçbir sıkıntı görmedik çok şükür. Görmedik de gelinimiz Handan'ı göremedik. "
Cam mavisi gözlerini şöyle bir etrafta gezdirmişti Safiye. Lakin ne hikmetse gelini Handan'ı görememişti.
" Handan sizi karşılamaya gelemedi validem. Malum yeni doğum yaptı. Lohusa yatağında yatmaktadır. "
Bunun üzerine ağzına açıp laf etmeye niyetlenmişti Baffo. Fakat bundan vazgeçip ardında bekleyen ağalarına seslenmişti.
" Durmayın. Tez elden eşyalarımı daireme götürüp yerleştirin. "
Validesinin esasında ne denli öfkelendiğini anlamıştı şehzade. Lakin şimdi diyeceği karşısında daha da öfkeleneceğine emin olduğundan duraksamış, akabinde de yüzünü Dudu Kalfa'ya çevirmişti.
" Hoş geldiniz Safiye Sultanım. Bu haneye şeref verdiniz. "
O zamana kadar ağzını açmayan kalfa nihayet konuşmuş ve karşısında duran sultanın önünde saygıyla eğilmişti. Safiye ise bu selamlamaya karşın aynı saygıyı göstermekten geri durmamış ve o da tüm öfkesine rağmen gülümsemişti.
" Hoş bulduk Dudu Hatun. Ağalarıma yol göster de eşyalarımızı taşısınlar. "
" Ben siz sultanım için bir daire hazırlattım sultanım. Arzu ederseniz hemencecik eşyalarınızı... "
" Bu da ne demek ? Kırk yıllık dairemizin suyu mu çıktı da başka daireler hazır edilir ? "
Susup başını eğmişti Dudu. Doğrusu Safiye'nin bu suali kalfaya değil de oğlu Mehmed'eydi.
" O dairede Handan kalıyor validem. Ancak hiç şüpheniz olmasın size hazırlanan daire de en az eskisi denli geniş, ferah. Hem bir tarafı bahçeye de bakıyor. "
O an sanki biri başından aşağı kaynar su dökmüşcesine kızarmış, tuhaf bir halet-i ruhiye içerisine girmişti Safiye. Öyle ya şu an bu yaşadıklarının aynısını Mehmed doğduğunda onu ziyarete gelen Nurbanu'ya da yaşatmamışlar mıydı ? Nurbanu da ne denli kızsa da etse de nihayetinde kendi için hazırlanan daireye geçip kurulmuştu. Ah... Peki ya o ? O da razı gelecek miydi bu işe ? O da bir zamanlar tıpkı Nurbanu gibi ses etmeyip oturacak mıydı ?
" Ala. Madem hali hazırda bir daire var, o halde bir an evvel gelinimiz Handan o daireye geçsin ve dairemizi boşaltsın. "
Çaresizce validesinin bu dileğini yerine getirmişti şehzade. Oysa bir yandan da sevgili hasekisinin kalbini kırmaktan korkuyor, sırf bu yüzden çekiniyordu. Lakin gerçek olan şuydu ki anası Safiye her daim herkese her şeye ağır basardı. Anasının yeri onda ayrıydı. Apayrı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEMS-ÜL HÂRE
Ficción históricaDillere destan güzelliği cesareti ve zekâsıyla herkesi kendine hayran bırakan Venedikli Sofia. Manisa Sarayı'nda şehzadeye hediye edilen ve herkesi büyüleyen bir esir. Kanuni'nin torunu, Üçüncü Murat'ın önce gözdesi sonra eşi. Üçüncü Mehmet'in ann...