2 Hafta Sonra
Manisa Sancağı
Şehzade Murad Dairesi
Manisa'ya geleli üç gün olmuştu. Bu geçen üç gün içerisinde de evladına dair olan tüm kalp sancılarını gidermiş ve huzura kavuşmuştu Nurbanu Sultan. Evlâdı iyiydi. Sağlık ve neşe içerisindeydi çok şükür. Haliyle o da mutluydu.
Şimdi evladının dairesinde ana-oğul oturmuş, kristal cam bardaklardan soğuk dut şerbetlerini yudumluyorlardı. Bu şerbet öylesine iyi gelmişti ki onlara, içleri ferahlamıştı. Fakat sanki bir sıkıntısı var gibiydi şehzadenin. Hani dese bir türlü demese bir türlü gibiydi.
Nurbanu Sultan:
" Söyle Murad'ım. Tutma içinde. Validenim ben senin. Anlat, söyle ne varsa. "
O an bir asudelik kaplamıştı şehzadenin içini. Öyle ki bu durum yüzüne de yansımıştı. Rahatlamış, gülümsüyordu.
Şehzade Murad:
" Epey vakit oldu, talime çıkmadım validem. Malum hadiseden sonra elime kılıç alamadım. Zira lalam dahi musaade etmediler. İyice hamladım artık. Derim ki... "
Zarifçe elini yukarıya kaldırıp, yakut taşlardan bileğine kadar uzanan mücevheratına bakarak yanıtlamıştı ciğerparesini Afife Haseki.
Nurbanu Sultan:
" Acele etmeyesin Arslanım. İyice iyileş, eski gücünü kuvvetini topla hele. Şimdi talim sırası değildir. Hem senin gibi dövüşen bir yiğit bırak kırk gün, kırk yıl hiç dövüsmese bile yine de gücünden bir şey kaybetmez."
İyiydi, gönle, ruha dokunup, hoş konuşuyordu validesi fakat neticede o bir şehzadeydi. Her daim küçük bir çocukmuşcasına müdahale edilmek Murad'ı yaralıyordu. Ancak valide Nurbanu sözlerine devam ediyor, bu kez de önceden övgü dolu sözlerle kabarttığı göğsü pareliyordu.
Nurbanu Sultan:
" Talim, malim geçelim bu faslı. Zira talimden daha mühim meselelerimiz var. Dinle beni Murad'ım. Şüphesiz ki sen bu koca devletin ışığı, varı, istikbalisin. Şehzadesin. Veliahtsın. Rabbimin izniyle mübarek taht vakti gelince senin olacak. Peki neden Arslanım?... Sebep nedir ki hâlâ bir evladın olmadı? "
Bu sözler üzerine iyice sıkılan şehzade suratını asmış, güneşin aydınlattığı yakamoz renkli şamdanın kulplarıyla oynamaya başlamıştı.
Şehzade Murad:
" Semeresiz kalacak bir vaziyetim yok validem. Allah'ın izniyle evlatlarım olacaktır. Endişeniz olmasın. "
Oğluna dönüp birden oğlunun ellerini kavradığı gibi dudaklarına götürmüştü Nurbanu. Nasıl da alınganlık göstermişti Murad'ı? Oysa ki onun aklından dâhi geçmemişti ki bu sözler, diline düşsün.
Nurbanu Sultan:
" Zinhar Arslanım. Zinhar bunu kastetmedim. Sana kısırsın demek aklımın ucundan dahi geçmedi, geçmez. Bak evladım, tahta namzet sen olduğun için bir an evvel nesep bağının devamını getirmelisin. Hiç yoksa seni sevenler, sana destek olanlar adına kendini ispat etmelisin. Haberlerini almıyorum sanma sakın. Her gece farklı cariyelerle eğlermişsin gönlünü. Haliyle gebe de kalamıyormuş hatunlar. Bu böyle devam etmez. Etmemeli. Bu saraya şehzade sesleri şart. Anladın mı beni? "
Başını onaylarcasına bir yukarı bir aşağı sallamıştı Murad. Yalan değildi. Validesi haklıydı. Neticede taht için bu gerekliydi.
Şehzade Murad:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEMS-ÜL HÂRE
Historical FictionDillere destan güzelliği cesareti ve zekâsıyla herkesi kendine hayran bırakan Venedikli Sofia. Manisa Sarayı'nda şehzadeye hediye edilen ve herkesi büyüleyen bir esir. Kanuni'nin torunu, Üçüncü Murat'ın önce gözdesi sonra eşi. Üçüncü Mehmet'in ann...