Hanedanın Dalları Arş-ı Ala'ya Erdi

267 12 57
                                    

1590

Osmanlı Devleti

Zaman geçtikçe hanedan büyüyordu. Öyle ki Sultan Murad'ın haremindeki çocuk sayısı yüzü geçmişti. Tabii bu doğan çocuklar içinde ölümler, hastalıklar da karşılaşılıyor ve dahi bir evlat doğarken diğer evlat da toprağa veriliyordu.

Murad'ın kadını çoktu. Kırka yakın hasekisi ve dahi yüzlerce de cariyesi vardı. Bir de onların nedimelerini, çocuklarının dayelerini ve bu kızların başında duran gediklileri düşünecek olursak hanenin pek kalabalık olduğu aşikardı. Masraflar ise cabası...

Padişahın kızları hülyalar içinde gezerken oğulları ise yüreklerinde korkuyu taşıyordu. Zira onlar içinde en büyükleri olan Mehmed devletin en güçlü varisiydi. Saraydan dışarı çıkamayan diğer şehzadelerse analarının dizinin dibinde, umutsuzca kendilerine uğrayacak olan acı akıbeti beklemekteydi.

Ancak bir de şöyle bir gerçek vardı. Kabul, Mehmed veliahttı lakin kendini Safiye Sultan'a parayla satmamış olan halis ulemanın gözbebeği Mihriban Haseki'den olma Şehzade Mustafa'ydı.

Mustafa ki kendini ilme, cengaverliğe ve dahi şiire vermişti. Öyle ki büyük dedesi Kanuni Sultan Süleyman'a muhteşem nitelikte mersiye yazan şairler sultanı ( Sultan-uş Şura ) Baki'nin talebesiydi. O da muazzam şiirler yazmakta ve bu yazdıklarını zaman zaman babası Sultan Murad ile paylaşmaktaydı.

Akıllıydı. Hanedan içinde edebiyle, ilmiyle, duruşuyla sevilendi. Nam salmış olandı. Fakat işte onun da tahta giden yolda bir sırası vardı. Ondan büyük ağabeyleri vardı. Hal böyle iken taht nöbetinin ona gelmesi ancak bir mucizeyle gerçek olabilirdi. Yahut da ulemanın desteğiyle...

...

Mehmed ise sancağında vazifeliydi. Manisa'daydı. Burayı evi bellemiş, ahaliyi de kendinden saymıştı. Velhasıl her hususta iyiydi Mehmed. Sevilendi. Fakat annesi Safiye'nin ona olan ikazıyla bir anda tökezlemişti. Zira babasının onun bu denli sivrilmesinden rahatsızlık duyduğunu bu sebepten de kendisini eğlenceye vermesini söylemişti.

El mecburdu. Denileni yapmıştı şehzade. Her daim olduğu gibi anasının sözünden çıkmamış ve göze daha fazla batmamak için de kendini haremine vermişti.

Böylece babasının yolunu tutan şehzadenin de haremi büyümüş ve dahi evlatları çoğalmıştı. İlk kadını olan Handan'dan Selim ve Süleyman adlı şehzadelerinin yanısıra bir de yakın zamanda Ahmed isminde bir oğlu daha olmuştu. İkinci kadını ve aynı zamanda da nikahlısı olan Çerkes asilzadesi Ab-ı Leyal'den ise Cihangir adında bir oğul, üçüncü kadını Fatma'dan ise Beyhan ve Mahmud adlarında bir kızıyla oğlu olmuştu.

Bir de dördüncü kadını vardı Mehmed'in. O ise Abhaz soylusu bir kızdı. Kara gözlü, cevval bakışlı ve dahi tuttuğunu kopartan biriydi. Adı Altunşah'tı. Kimi bu meziyetlerinden dolayı ona Kalender derdi. Haremde ise Halime ( yahut Alime ) olarak anılırdı. Ayrıca Hümaşah diye de dillere pelesenk olmuştu. İşte bu Halime'den de Gevherhan adında bir kızı dünyaya gelmişti.

...

Hanedan büyüyor, büyüdükçe de kadınlar arasındaki rekabet günbegün artıyordu. Öyle ya neticede mevzu bahis olan oğullarının canlarıydı. Tahta çıkamayan ölürdü. Ölmekle de kalmaz unutulur giderdi. Bunu da hiçbir ana istemezdi. Hem de hiç mi hiç...

...

***

Has Oda

" Hayırlı olsun hünkarım. Allah nice zaferler nasip etsin. "

ŞEMS-ÜL HÂREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin