Saadet

194 10 9
                                    

3 Ay Sonra

Nisan Ayı

25 Ocak'ın şafağında ölmüştü Mihrimah. Gayrı o yoktu. Bedeni toprak olmuş ve dâhi haremden öyle ya da böyle silinip gitmişti. Yalnız adı ve ihtişamı kalmıştı dillerde. Bir de gücü.

Rahmetli sultan çok zengin olup vefatından sonra külçe külçe altınlar, elmaslar, zümrütler, haslar daha nice mal mülk bırakıp gitmişti. Hal böyle olunca Sultan Murad usul gereği tüm varlığın üçte birini Mihrimah'ın evlatlarına vermiş, geriye kalanı ise devlet hazinesine geçirmişti. Doğrusu bu pek bereketli bir hazineydi. Öyle ki devletin eli epey bollaşmıştı.

Cömert padişahımız ise bunun üzerine başta validesi Nurbanu Sultan   olmak kaydıyla cümle hasekilerine, gözdelerine ihsanlarda bulunmuş hatta baş hasekisi Safiye için ta Venedik'ten ipekli kumaşlar getirtmişti. Bu da zaten gergin olan gelin ile kaynanayı iyice birbirlerine düşürmüş ve hırslandırmıştı.

Gerçi Nurbanu ile Safiye'nin geçinemediklerine şaşırmamak gerek. Onların yıldızı zaten uzun senelerdir barışmamış kendilerince kurdukları tuzaklar içinde vakitlerini geçirmişlerdi. Ancak geçen bu zaman içinde her iki kadının da gözden kaçırdığı bir gerçek var ki bu öyle hafife alınacak cinsten değildi.

Gelininden nefret eden Nurbanu hemen hemen her fırsatta bir afet-i devranı oğlunun koynuna sokuyor fakat gerisini düşünmüyordu. Hal böyle olunca sayıca iki yüze yakın cariyeler içinde bir tek bakire bulmak zorlaşmış ve devrin paşaları sırf menfaatleri uğruna hareme güzel cariyeler hediye etmeye başlamışlardı.

Lakin ne gam. Tüm bunlar Safiye'nin umurunda mıydı ? (!) O pek iyi biliyordu ki padişahın tek kadını olmazdı. Mühim olan kalbinde tek olarak yer edinmekti. Zaten bunu çoktan başarmıştı Venedik Güzeli. O halde endişeye mahal yoktu. Hem nasıl olsa ilk şehzade Mehmed de, ikinci şehzade Mahmud da onun evladıydı. Biri değilse bir öbürü mutlaka tahta çıkacaktı.

Safiye böyle düşünedursun elbet kaderin de bir bildiği bir nizamı olacaktı. Malum bu hayatta hiçbir şey düşünüp ettiğin gibi olmazdı. Mücadele ve zorluk esastı. Olmazsa olmaz olan sabırdı. Yalnızca sabır.

***

Nazperver Sultan Dairesi

Yağmurlu bir öğle vaktinde harem Nazperver Sultan'ın doğum sancılarıyla ayağa kalkmış gelecek haberi bekliyordu.

" Aaaa!  Aaahh! Neden gelmiyor daha ? Aaa! "

Heyecanlıydı güzel gözlü haseki. Öyle ki seneler sonra bir evlad daha verecekti Osmanoğluna. Hele bu kez de bir oğlan doğurursa...

" Siz ıkınmaya bakın sultanım. Gerisi gelecek inşallah. Bakın çocuğun başı görünüyor. "

Sevinmişti Nazperver. Demek ki geliyordu yavrusu.

" Aaaaa ! "

Gelininin acı çığlıklarına Nurbanu da gelmiş ve merakla doğumu beklemeye koyulmuştu. İşin açıkçası oğlan olsun istiyordu valide. Safiye'nin şehzadelerine karşın iki şehzade de kendi elleriyle seçip Murad'ına eş eylediği Nazperver'den olsun istiyordu. Bunun için de duaya koyulmuştu.

...

Bebek çığlıklarıyla dolan odada nihayet yüzler gülmüş ve hünkara haber verilmesi adına Raziye Kalfa görevlendirilmişti.

Evet bir şehzade doğmuştu. Bu şehzade ki Murad'ın padişahlığı döneminde doğan ilk evladı olma sanıyla pek yüce sayılıyor ve minicik şehzadeye hürmette kusur edilmiyordu.

...

Sultan Murad ise haberi alır almaz hasekisinin dairesine koşmuş, onu ve yeni doğan şehzadesini envai çeşit hediyeler içine boğmuştu.

ŞEMS-ÜL HÂREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin