Osmanlı

1.8K 98 9
                                    

1 Ay Sonra

Payitaht/ Pera (Köle Pazarı)

" Venedik ellerinden bir ateş parçası getirdim ağalar! Gözleri derya misali, mavi mi mavi... Şu saçlar, güneşten bile parlak. Şu boy, şu endam... "

Doğup, büyüdüğü topraklardan koparılıp, bir rüzgarla Akdeniz'den cihan merkezine getirilmişti Sofia. Şimdiyse aç köpekmişcesine ağızlarından salyalar akan, burada zorla satılmaya çalışılan gencecik kızlara uzanıyordu elleri şehvet düşkünlerinin.

" Ne kadar istiyorsun buna? "

" 3.000 altın. "

" 3.000 mi? El insaf et bre! Ben 3.000 altınla üç yüz hatun alırım kendime. "

" Sen bilirsin efendi. Hatun deyûp geçme yine de. Bu kız hem yatağında hem evinde iş görür. Bak şu güzelliğe. Kimde var bu güzellik,ha? Saraylara sultan olsa yeridir. "

Karşında ona seyre dalan vahşilere iğrenerek bakmıştı Sofia. Yüce Tanrı! Nereye düşmüştü böyle? Sonra da kendisi gibi zorla tutulan yarı çıplak vaziyetteki kızlara dönmüştü yüzünü. Hepsinin üstü başı kir ve pislik içindeydi. Hâlbuki o koskoca vali kızı, Baffoların inci tanesi Sofia Bellicui'ydi. Bir an için ailesini hatırlamıştı. Sahi babası ne de çok üzülmüştür haberini alınca. Yıkılmıştır.

" Öyle diyorsun da, kimse almaz bu kızı bu paraya. "

Yaşlıca bir adamdı bunu söyleyen. Onca çabasına rağmen Sofia'yı satın alamayışına yanıyordu. Satıcı ise her kız için önceden belirlemiş olduğu fiyatı asla düşürmüyor aksine yükseltikçe yükseltiyordu. Ona göre bu kızlar Akdeniz'in nadideleriydi.

" Alırlar efendi. Alırlar. Belki bir vezir belki bir paşa... Hem belli mi olur? Bir bakmışsın saraya bile almışlar. "

***

Osmanlı Sarayı

" Yolculuk nasıl geçti Nurbanu? İnşallah bir sıkıntı yaşamamışsındır. "

Sahte bir gülümseme ile yanıtlamıştı görümcesini, Nurbanu.

" Gayet iyi ve keyifliydi Sultanım. Allah'a şükür ki kızım Şah da gebe olmasına rağmen hiçbir zorluk yaşamadı. Anlayacağınız sağ selamet vardık saraya. "

" Âlâ. "

Saf ipek, kırmızı kaftanının eteklerinden tutup, önceden kurulu olan sofraya oturmuştu Mihrimah Sultan. Bu enfes sofrayı bizzat gelini Nurbanu ile paylaşmak üzere kurdurtmuştu.

Mihrimah Sultan:

" Geç otur şöyle. Uzun yoldan geldin. Bak, hepsi de sevdiğin yemekler. Şerbet Ağa'nın elinden çıkma. "

Hafiften kaşını kaldırıp, sini üzerinde dizili duran yemeklere göz gezdirmişti Nurbanu Sultan. Evet, her şey enfes görünüyordu fakat bu ilgi alaka neydi şimdi? Anlamak güçtü.

Nurbanu Sultan:

" Kızlarımla yerim, zannediyordum. Yoksa burada değiller mi? "

Elinde tuttuğu gümüş kaşığını usulca yerine bırakmıştı Mihrimah Sultan. Bir yandan da bardağına şerbet döküyordu.

" Ne Gevherhan ne de Esmahan burada değiller. Hatta belki de burada olduğundan bile haberleri yoktur. Şah da zevcisi Hasan Paşa ile görüşüp, istirahata çekilmiş. Yine de kalabalık bir sofra ise arzu ettiğin, o vakit Leyla'yı ve evlatlarını da çağırayım. "

Güçlükle yutkunmuştu Nurbanu Sultan. Bu sözler onu değersiz bir ana vaziyetine sokmuştu. Peki ya Mihrimah Sultan'ın imasına ne demeli? Onu rakibesi Leyla ile tehdit ediyordu aklınca. Öyle ya Leyla, Mihrimah Sultan'ın kazandığı hemen hemen tek zaferdi. O yetiştirip, sokmuştu Selim'in koynuna hatunu. Yılların intikamını gelinine rakip çıkartarak almaya çalışıyordu işte.

ŞEMS-ÜL HÂREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin