Orenda o sabah ilk defa karnına yada yüzüne atılan bir başka birinin koluyla değil de güneş ışıklarıyla uyandı. Gözlerini kırpıştırarak açınca önce nerede olduğunu anlayamayarak panikledi. Hemen ardından önceki gün olanları hatırlayınca nerede olduğunu anladı ama bu paniğini geçirmedi. Biraz hareket ederek oturarak uyumaktan tutulmuş eklemlerini gevşetmeye çalıştı. Tüm gece kafesin bir köşesine büzüşerek yatmıştı. Sert yerlerde yatmaya alışıktı ama gece boyunca sürekli uyanıp durduğu için sersem gibiydi. Karanlıkta bir şey de göremediği için Aspen'in geri gelip gelmediğini de bilmiyordu. Hiç bozulmamış gibi görünen yatağa bakarken o gün odaya hiç uğramamış olduğunu düşündü. Bu sevindirici mi yoksa üzücü bir şey mi olması gerekiyordu Orenda emin değildi. En azından hala sağlam ve tek parçaydı. Arkadaşlarının da öyle olmasını umdu.
Yavaşça ayağa kalkıp yukarı doğru uzanarak vücudunu iyice esnetti. Sonra gözlerini birkaç kez yumup iyice açarak uyanmaya çalıştı. Tamamen kendine gelince tuvalete gitmesi gerektiğini fark etti. Hem de bir an önce! İşte bu yüzden tam da kafesten nasıl çıkacağını düşünürken gözü zaten aralık olan kapıya takıldı. Biri o uyurken kapıyı açmış olmalıydı ve Orenda'nın uykusu kuş kadar hafif olmasına rağmen bunu fark etmemişti. Ne kadar savunmasız olduğunu fark ederek ürperdi. Aspen ona geçen gün kanaryam demişti. O zaman ona öfkelenmişti ama şimdi hak veriyordu. Bir kanarya kadar savunmasızdı ve onun kanatları bile yoktu. Tabi bu düşüncelerden daha acil ihtiyaçları olduğu için oyalanmadan kafesten çıkıp tuvalet olduğunu düşündüğü ilk odaya girdi. Kapıyı açınca ise sıra sıra raflar dizilmiş bir oda buldu. Birkaç rafında kıyafetler vardı o kadar. Orenda aceleyle diğer kapıya yöneldi. Kapıyı açtığı gibi devasa bir banyo karşıladı kendini. En az oda kadar süslüydü. Önceki gün banyo yaptığı küvetten daha büyük bir küvet vardı tam ortada. Üç kişi rahatça girebilirdi. Orenda bunu incelemeyi sonraya bırakıp öncelikli ihtiyacına odaklanarak ne olur ne olmaz diye kapıyı kapatıp arkasında kilitledi. Yine de aceleyle işini halledip geri çıktı. Kilitli kapıya bile güvenemez olmuştu.
Tuvalet ihtiyacını giderince bu sefer de başka bir şey fark etti. Karnı acıkmıştı. Hem de çok fena. Eğer kafesinin kapısını açtılarsa yemek de getirmişlerdir diye etrafına bakındı. Gerçekten de biri odadaki makyaj masanın üstüne bir tepsi yemek koymuştu. Orenda taze ekmek, tereyağ ve reçeli görebildi uzaktan. Elinde olmadan ağzı sulandı. Sonra bir de kapıya baktı. Özgürlükle arasında duran o ince kapıya
Belki buradan çıkarsa kamptan kaçabilirdi ve o zaman gerçek özgürlüğe ulaşırdı? Özgürlüğünü yemeğine tercih ederek belki bir ümit kapıyı açık bırakmışlardır diye kapıya gitti. Umut ve korkunun dayanılmaz ızdırabıyla elini kapı koluna uzattı ve...
Kilitliydi.
Ama bunun üzerine beklediği gibi bir hayal kırklığı hissetmedi. Aslında bunu zaten bekliyordu. İçindeki şey cıpcılız bir ümitten başka bir şey değildi. Bu sefer mecburen ikinci seçeneğe, yemeğe yöneldi. Üstü bomboş makyaj masasına oturup tepsiyi önüne çekti. O sabah pişirilip getirilen ekmek çoktan soğumuştu ama hala yumuşacıktı. Orenda bir parça ekmeğe tereyağ sürüp üstüne reçel damlattıktan sonra ekmeği ağzına attı. Lokması o kadar lezzetliydi ki bunun için ağlayabilirdi. Böylece parça parça bir dilim ekmeği bitirince doymaya başladığını hissetti. İkinci parçaya uzanmışken durdu. Aklına arkadaşları gelmişti. Tara reçeli görse bayılırdı. Rem'de tereyağ ve ekmeği severdi, yumuşacık. Son zamanlarda dişlerinin ekmek kemirirken sızladığını söylüyordu. Bunu yerken hiç zorlanmazdı.Orenda ekmeği bırakıp tepsiyi bir kenara itti. Tam doymamış olsa da daha fazla yemeyecekti. Bu hem arkadaşları için hem de kendi içindi. Ona orada iyi bakıyorlar diye ona ve halkına yapılanları unutacak değildi. Aynı kampta olduğu gibi burada da ihtiyacı kadarını alacaktı.
Masadaki aynaya ilişti sonra gözleri. Karşısında hala görmeye alışamadığı genç bir kız duruyordu. Siyah saçları uyurken bir dağılmıştı sadece. Onu elleriyle düzeltti. Sonra elleriyle yüzünü keşfe çıktı; kendi dudaklarına dokundu, yanaklarını okşadı, çenesini elledi, kaşlarına dokundu... Hala içinde bulunduğu duruma inanamıyordu. Kendini bu halde gördüğüne. Buna inanabilmek için aynaya eğilip direk gözlerinin içine baktı; karamel gözleri parlıyordu. Lacivert lekeler hala oradaydı. Gözünün içine yerleştirilmiş elmas parçaları gibi görünüyorlardı. Aspen'i düşündü, o da yüzüne böyle eğilmişti bakmak için. Orenda onu suçlayamazdı. Gözleri kendisini bile etkilemişti. Ama kendi hakkında dediği şeylere hala bir anlam veremiyordu. Bunu sormaya karar verdi ama bir cevap alacağını zannetmiyordu. Son derece soğuk bir adamdı. Şimdiye kadar hiç zalimce bir şey yaptığını görmemesine rağmen bu duruşu tek başına onu korkutucu göstermeye yetiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANARYA
Fantasi"Kanaryam" diyordu bana. Beni bir kafese kapatmıştı. Gerçek, parmaklıklardan duvarları olan bir kafese. Ve benden şarkı söylememi istiyordu. Halkımın katili olan bu adama nasıl şarkı söyleyebilirim ki?