Muray onu ikinci defa kurtarmıştı. Orenda yaşadığı için büyük bir şükran hissediyordu ama bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi bilemiyordu. Belki de birazdan göreceği dehşetler onda ölme istediği uyandıracaktı ama Orenda bu düşünceleri zihninden uzaklaştırdı. Gerçekçi düşünceke olursa annesi kesin ölecek kendi de elemli bir hayat yaşayacaktı. Ama içindeki sönmeyen umut ona her şeyin değişeceğini söylemeye devam ediyordu. Orenda ona inanmayı deli gibi istiyordu ama aynı şiddette de onu kandırmasından korkuyordu. Daha önce yapmıştı çünkü. Bu sefer içinde öten umudu susturmadı ama ona bel bağlamadı da. Ellerinden bağlı, elbisesi kanı ile ıslanmış vaziyette son derece zalim bir adam tarafından sürüklenirken çok fazla umut göremiyordu kurtulacağına dair.
Şelalenin altından geçtikten sonra önlerine düzeltilmiş bir ol çıktı. Taşlarla döşenmiş insan yapımı bir yol ve etraflarında kandillerle birilerinin burada yaşadığı su götürmez bir gerçekti. Hem öyle derme çatma da değil, gayet şık ve düzgünlerdi bunlar. Orenda onları izlerken aile amblemlerini gördü birkaç defa; kanatlarını açmış yedi renkli devasa bir kuş. Dibinde yatan ölü adamın kanı sıçramıştı üstüne. Hala sıcak olan kan çoktan birikinti oluşturmaya başlamıştı. Daha az önce nefes alan beden şimdi kendi kanına bulanmış bir et parçasıydı. Orenda dermanın tüm vücudunu terk ettiğini hissetti. Gözlerini kaçırıp başka şeylere bakmaya başladı ama görüntü çoktan aklına kazınmıştı. Nereye baksa gözleri açık ölmüş o adamın suçlayan bakışlarını görüyordu. Onun yüzünden ölmüştü o adam. Ve bunu biliyordu. Orenda'nın ise kusmamak için kendini tutmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu.
İlerlemeye devam ettikçe ceset sayısı arttı. Bir iki üç... Artık cesetler üst üste yatıyordu. Kimilerinde tek darbe varken kimi cesetler delik deşil edilmişti. Askerlerin mavi üniformaları Aspen'in sarayındaki kırmızıya boyanmıştı. Adamlar ve kadınlar... Artık sadece çürümeye başlamış et yığınlarıydı. Orenda onların yeni ölmüş ruhlarının peşinde gezerek onu suçladığını duyar gibiydi. Başı döndü. Bir iki kere ayağı takıldı ama Aspen onu sürükleyince yürümek zorunda kaldı. Gözünü nereye çevirse kan görüyordu. Savaş böyle bir şey miydi? İnsan nasıl delirmeden kalabilirdi böyle bir yerde? Yoksa bu yüzden mi ASpen böyle biri olmuştu. Çok fazla kan yüzünden mi? Orenda kendine sordu bunu; bunca kan gördükten sonra onun için de can almak kolaylaşır mıydı? Cevap apaçık belirdi; asla. Bu bir seçimdi ve Aspen böyle olmayı kendi seçmişti. ORenda inanıyordu ki kader er yada geç ona hak ettiğini verecekti.
Yol tam dağın tepesinde taştan oyulmuş sarayın önüne gelene kadar devam etti. Sarayın işlemeli tahta kapısının önünde üstü başı kana boyanmış halde Muray duruyordu. Halinden hiç de rahatsız oluyor gibi değildi. Aksine buna alışık olduğu her halinden belli olarak rahat bir duruşu vardı. Bir adamın bunca canı kısacık bir sürede aldığını düşünmek zordu ama olmuştu işte. Bunu yapan adam duygusuz bir ifade ile önlerinde duruyordu. Tek kişilik bir ordu; hem o kadar güçlü, hem de o kadar zalim.
Kale kapsına gelince durdular. İki insan boyundaki kapı sımısıkı kapalıydı ve iterek açılamayacağı belliydi. İçeriden açılması gerekiyordu. Bunu da ancak bir kişi yapabilirdi.
Aspen "Aryan!" diye kükredi. "Orada olduğunu biliyorum. Çık dışarıya! Bak sana kimleri getirdim. Bunu görmek isteyeceksin inan bana."
Görünürde kimse belirmeyince Aspen tekrar bağırdı
"Aryan! Bunca yıl bekledim. Beni daha fazla bekletmek istemezsin."
Sonra ORenda'nın saçlarını öyle bir çekti ki ORenda çığlık attı. Kafa derisi soyulmuş gibi canı acıyordu.
"Yoksa sana yapacaklarımı minik kuşuna yapacağım."
Sonra Orenda'yı aynı şiddetle iterek yere attı. Yere çarpıp süründü Orenda. Üstüne düştüğü sağ kolu boydan boya soyuldu. Cehennem gibi yanan acı ona bir çığlık daha attırdı. Ama daha kendine gelemeden Aspen yine saçlarına yapıştı.
"Kızının böyle çığlık atmasını daha ne kadar dinleyeceksin Aryan? O ölene kadar mı? İnan bana, onu kıyamete kadar süründürürüm. Yoksa onu bir kez daha mı terk edeceksin? Aynı o gece yaptığın gibi? Korkak kadın! Göster kendini hadi!"
Orenda kendini bir darbeye daha hazırladı. Bu sefer kafası yarılacak ya da karnı deşilecek diye bekliyordu ama hiçbir şey olmayınca korkarak gözlerini açtı. Onu hala saçlarından tutan Aspen büyülenmiş gibi kafasını yukarı kaldırmış bakıyordu. Orenda'da onun baktığı yere bakınca sonunda onu gördü, annesini. Sarayın balkonuna çıkmış başı dimdik onlara bakıyordu. Annesi aynı onun hatırladığı gibiydi, kalçasına kadar uzanan kuzguni dalgalı saçları, dimdik duruşu ve tavizsiz, sert bakışları. Hala on yıl öncesi gibi taptaze ve güzel. Belki göz çevresinde birkaç kırışıklık ama daha fazlası değil.Orenda anlam veremediği bir şekilde gözlerinin dolduğunu hissetti. Küçük bir çocuk gibi anne diye bağırarak ona koşmak ve sımsıkı sarılmak istiyordu ona. Geçmişte olan her şeyi affetmeye hazırdı. Yeter ki annesi sadece onu kucaklasın ve öpsün, kulağına birkaç özür cümlesi fısıldasın. Her şeyi unutabilirdi. Ama tek bir milim hareket edemedi. Aspen onu hala sımsıkı tutuyordu. "Anne..." diye fısıldayabildi ancak. Aryan da onu duymuş gibi yüzüne baktı. İfadesiz yüzünden ne düşündüğü anlaşılmıyordu. Orenda onu gördüğüne sevinir sanmıştı. Tabi bu şartlar altında karşılaşmayı beklemiyordu ama en azından bir kere de olsa adını seslenir sanmıştı. Annesi ise sadece ona baktı.
"Ne o?" dedi Aspen. "kızını gördüğüne mi sevinmedin yoksa beni mi? Yoksa ikimizi de unuttun mu?"
"Seni unutmak mümkün mü Pavlo'nun oğlu."
Aspen sırıttı.
"O zaman kızını tanıyamadın sanırım?"
Orenda'yı çekip önüne geçirdi.
"Biraz daha yakından bak. Gözlerin bozulduğu için mi tanıyamadın onu? Yada aradan on yıl geçtiği için mi? Onu görmek ister misin bilemedim ama yine de yanımda getirdim. Sonuçta onu terk edip giden de sendin, değil mi?"
Aryan'ın kaşları bir an için çatılsa da sonra düzeldi. Aspen'in manüpilasyonlarını kolay kolaya yutmayacaktı.
"Neden geldin?"
"Eski bir hesabı kapatmak için."
"O hesap çoktan kapandı çocuk."
"Hayır Aryan, senin ölümünle kapanacak o defter."Aspen ve Aryann biribirlerini gözleri ile ynmeye çalışırken Orenda gözünün kenarı ile bir hareketlilik fark etti. Muray'ın eli belindeki kemerde duran bıçaklardan birine uzandı. Bakışı ise sarayın balkonundaydı. Orenda onun niyetini anlayınca ona doğru uzanmaya çalıştı ama asla vaktinde yetişemezdi. Muray bıçağı eline aldığında "Hayır!" diye haykırdı. Hayır, annesini kaybetmek istemiyordu. O öyle bağırınca Aspen ve Aryan aynı anda ona baktı. Neler olduğunu anlayıp tepki verene kadar bıçak fırlamıştı bile. Sarayın kalbine doğru uçuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANARYA
Fantasy"Kanaryam" diyordu bana. Beni bir kafese kapatmıştı. Gerçek, parmaklıklardan duvarları olan bir kafese. Ve benden şarkı söylememi istiyordu. Halkımın katili olan bu adama nasıl şarkı söyleyebilirim ki?