Basamakları teker teker inerken hiçbir ses olmadığı için tahtaların gıcırdamaları duyuluyordu. Konak her ne kadar ihtişamlı olsa da eskimişti ve bakıma ihtiyaç duyuyordu. Ama yine de güzeldi. Buranın bir hikayesi olduğu hissini uyandırıyordu. Artık Orenda'da o hikayenin bir parçasıydı.
Merdivenlerden indiğinde bir an tam karşısında duran dış kapıya bakmaktan kendini alamadı. Eğer o kapının da kolunu indirecek olsa kapının açılacağından emindi. Her şeyi arkasında bırakıp kaçmak ve özgür olmak arasında sadece ince tahta bir kapı vardı. Ama bu saatten sonra o kapıyı açmak kendine ihanet olurdu. Doğru bir karar verdiğini umarak büyük misafir salonuna geçti. Kuyruklu piyano tüm ihtişamıyla bıraktığı yerde duruyordu. Hem tanıdık, bir o kadar da yabancı.
Kimsenin olmadığını bildiği halde çekinerek salona girdi. Sanki piyanonun tüm tuşları göze dönüşmüş de onu izliyordu. Yargılamayan ama temkinli bakışlarla... Orenda biraz salonun ortasında kendi çevresinde döndükten sonra piyanonun başına geçti. İzin ister gibi yavaş ve nazik tavırlarla tuşların kapağını kaldırdı. Seksen küsür siyah beyaz tuş birbiri ardınca sıralanmış duruyordu. Gayet davetkar, bir o kadar da cüretkar...
Orenda içinde bir şeylerin kabardığını hissetti. Son derece tanıdık bir histi bu. Ve ilk notayı çaldı.
La... Si... Do...Si...Re... Mi... La... La... Si...Re....
Bir yerden sonra Orenda her zaman olduğu gibi kendini kaybetti. Notalar kaybolmuştu, parmakları kendiliğinden hareket ediyordu. Sanki bir hayalet onları yönlendiriyor gibi. Ne zaman içi daralsa kafasında çalan o melodi piyona tellerinin tınılarında hayat buluyordu. İçindeki tüm sıkıntıların eriyip gittiğini hissetti. Sadece o ve müziği kalmıştı. Ve ilk defa sözler dudaklarından döküldü.
Kız onu sevmişti
Oğlanın hiç bilemeyeceği kadar
Ve oğlan kızı sevmişti
Asla göstermeyeceği kadar
Ne trajedi ama...
Suskunlukları ayırdı kaderlerini
Rüzgar savurdu tenlerini
Ne arkadaşlar artık
Ne de düşman
Sadece birkaç anı ve iki yabancı
Belki hazır olduklarında
Tekrar tanışırlardı
Hala aynı göğün altındalardı
Orenda kendini o kadar kaptırmıştı ki şarkıya ne dışarıdan gelen çığlık sesini, ne de bu sesi duymuş olmasından endişe ederek onu kontrol etmeye gelen Aspen'in ayak seslerini duymuştu. Şarkı bitip notalar sustuktan sonra bile fark etmemişti Aspen'i.
''Hüzünlü şarkıymış.''Orenda yerinden sıçrayarak arkasını döndü. Arkasında duran Aspen'i görünce hem rahatladı hem de şaşırdı.
''Senin geldiğini fark etmemiştim. Ne zaman geldin?''
''Görünüşe göre tam zamanında gelmişim. İlk defa şarkı söylediğini duyuyorum.''
Orenda piyanoya baktı.
''İlk defa şarkı söylüyorum.''
Araya beklentili bir sessizlik girdi.
''Sen mi yazdın?''
''Hayır, sadece bir hatıra. Annem söylerdi bunu bana. Küçük bir kıza ninni olarak söylemek için ilginç bir şarkı. Tabi anca şimdi fark ediyorum. Hikayesini merak ettim. Sen biliyor musun?''
Aspen sırıttı.
''Bana ne zaman senin hakkında her şeyi biliyormuşum gibi davranmayı bırakacaksın küçük kuş?''
''Benim hakkımda benden daha çok şey bildiğin bir gerçek ama, değil mi?''
''Geçmişin hakkında? Muhtemelen. Ama bugün için? Kimse seni senden daha iyi tanıyamaz.''
''Bilgece sözler... Senden duymaya alışık değilim.''
Aspen'in sırıtışı daha da büyüdü.
''Peki benden ne duymaya alışıksın?''
Orenda abartılı bir hareketle elini çenesine götürerek düşünür gibi yaptı.
''Senden daha çok... Beni gıcık edecek şekilde, ortaya daha çok soru çıkaran sorular duymaya alışkınım.''
''Demek öyle... Ama itiraf et, işe yaradılar. Sonunda bir şeyler hatırlamaya başladın.''
''Yani... En başta bunu istediğimden emin değilim ama beni aldığın için bundan şikayetçi olamam. Yogar'dan sonra...''
Aspen'in bir kaşı havaya kalktı.
''Ah, sana söylemedim değil mi? Yogar bana, eğer beni o gün kamptan almasaydın kaçıracağını ve kimsenin bilmediği bir yere götüreceğini söylemişti. Sadece ikimiz.''
Kelimeler ağzında tiksindirici bir tat bıraktı. Tabi o sırada başı öne eğik olduğu için Aspen'in öfkeyle çenesini sıktığını da göremiyordu. Şimdi geri dönüp Yogar'ın kalan uzuvlarını da kesmek istiyordu.
''Sanırım sana bir teşekkür borçluyum.''
Orenda başını kaldırıp direk Aspen'in gümüş gözlerine baktı.
''Biri bana, beni kamptan aldığın için teşekkür edeceğimi söyleseydi bir hafta önce ona çok kızardım. Komik değil mi, benim için bir bela gibi görünen şey beni daha büyük bir beladan kurtardı. Hatta ironik.''
Orenda gülümsedi. Ta gözlerinin içine kadar.
''Teşekkür ederim, çoğu şey için.''
Aspen de kendini tutamadan gülümsedi.
''Her şey için değil ha?''
''Hayır değil. Mesela ilk gün beni çenemden sıkıca tutmana teşekkür etmiyorum. Yada beni bir kafese kapattığın için! Orada geçen gecelerden sonra dayanılmaz bel ağrıları da-''
''Tamam, anladım anladım. Benim de sana bir özür borcum var yani?''
''Yani sanki...''Ama hiçbir özür kelimesi duyulmadı devasa salonda. Orenda'nın beklentileri yavaşça solarken yerine gerçekleri bırakıyordu. Karşısında duran adam hala sert bir komutandı. Aralarında geçen birkaç sıcak an bunu değiştirmemişti anlaşılan.
Aralarındaki sessizliği çalan kapı bozdu. Arkasından biri ''Komutan!'' diye bağırdı.Sinyal çok açıktı.
''Gitmem gerek.'' dedi Aspen.
''Tabi.''
Sanki aralarında söylenmemiş kelimeler kalmış gibi Aspen orada oyalandı. Ama kapı ikinci kere ısrarla çalınca yapacak bir şey kalmamıştı.
''Ben gidiyorum.''
''Tamam.''Aspen arkasını döndü ve çıkışa yürümeye başladı ama hayatında hiç ayaklarını bu kadar ağır hissetmemişti. Sanki ayaklarına çelikten zincirler bağlanmıştı. Geri dönmemek için kendini zor tutuyordu. Bu irade savaşını genelde savaş alanlarında verirdi. Bu kız tüm hayatını savaş alanına çevirmişti.
Salonun kapısına vardığında içinden geçirdiği dualar kabul olmuş gibi Orenda yerinden kalkıp Aspen'e koştu ve o arkasını dönemeden alnını Aspen'in kürek kemikleri arasına yasladı. Aspen ona dönmek isteyince kollarından tutarak onu durdurdu.
''Arkanı dönme. Öyle dur. Eğer arkanı dönersen giderim.''
Aspen bu durumu bir hayli şüpheli bulmuştu ama arkasına dönmemeyi kabul etti.
''Aspen senin benim için ne ifade ettiğini gerçekten bilmiyorum. Ne şimdi, ne de geçmişte. Ben daha kendimi bile tanımıyorum! Benden bu sorunun cevabını istemen çok zalimce. Senin hakkında cılız bir sezgiden başka hiçbir şeyim yok. Sanki ortada duran kocaman bir şehrin üzerine sis çökmüş de, hiçbir şey seçilemiyor gibi. Kendi hayatımda el yordamı ile hareket ediyorum. Bundan sonra elim neye değer bilmiyorum. Belki sana, belki anneme yada başka birine. Bu zaman alıyor ve bazen beni büyük sıkıntıya sokuyor. Her şeyi bırakıp kaçmayı hala istiyorum. Ama yapamam, artık yapamam. Zamanla her şeyi açığa çıkacağını, bu sisin dağılacağını biliyorum. Cevap için o zamana kadar bekleyebilir misin?''Aspen bir kez daha arkasına dönmeye çalıştı ama Orenda onu yine durdurdu. Ona sarılmayı istiyordu. Bu kadar dayanılmaz olduğu için onu cezalandırmak istiyordu. Ona ne yaptığını Orenda'ya göstermek istiyordu. Ama arkasını dönemedi. Bunun yerine ''Beklerim, Orenda.'' demekle yetinmek zorunda kaldı.
Aspen Orenda'nın gülümsediği hisseder gibi oldu. İnatla bir kez daha arkasını dönmeye çalışınca Orenda bir anda yanından fırlayıp merdivenlere koştu. Yirmi küsür merdiveni bir anda çıkıp üst katta gözden kayboldu. Hemen ardından bir kapı sesi geldi. Utangaç kuş kafesine dönmüştü.
Aspen ısrarla çalan dış kapıya aldırmadan durduğu yerden merdivenleri izliyordu. Yüzünde bir gülümseme vardı ve kolay kolay silinecek gibi değildi. Onun peşinden gitmek ve onu daha da utandıracak şeyler yapmak istiyordu. Utançtan kulaklarını kızartacak, yüzünü saçlarının arkasına saklatacak şeyler. Küçükken bunları Orenda kendisine yapardı. Ne yapar eder Aspen'i utandıracak bir şeyler bulurdu o çocuk saflığıyla. Büyüyünce böyle utangaç olanın o olacağı asla aklına gelmezdi.
''Komutan Aspen!''
Hayaller ne kadar güzel olsa da gitmesi gerekiyordu. Buna kaldığı yerden devam edeceğine dair kendine söz vererek kapıya yöneldi. Kapıyı açmadan önce çoktan ''komutan'' rolüne bürünmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANARYA
Fantasi"Kanaryam" diyordu bana. Beni bir kafese kapatmıştı. Gerçek, parmaklıklardan duvarları olan bir kafese. Ve benden şarkı söylememi istiyordu. Halkımın katili olan bu adama nasıl şarkı söyleyebilirim ki?