O gün diğer günlerden daha sıcaktı. Denizin kenarından yol aldıkları için mi yoksa güneş o gün dünyaya yakından bakmaya mı karar vermişti bilinmez içtikleri tüm suyu terleyerek çıkarıyorlardı. At sürerken güneşten saklanacak bir yer de yoktu. Sürekli su içip başlarını örtseler de bu sıcağın eziyetini hafifletmemişti. Gün boyu içmek için aldıkları sular öğle aktine kadar bitmişti bile.
Rem atını mahmuzlayıp Orenda'nın hizasına geldi. Orenda güneşten yanmış yüzünü onlara çevirdi. Bembeyaz yüzü kıpkırmızı güle dönmüştü.
"Orenda, durmalıyız. Hava çok sıcak. Atlar da yoruldu. Böyle devam edersek çatlayacaklar."
Orenda önlerinde uzanan yola baktı. Hiç durmadan yol alırlarsa akşama varacaklardı. Ama Rem haklıydı. Atının hırıltılı sesi son bir saattir iyice yükselmişti.
"Tamam. Biraz kuzayde bir şehir olacaktı. Dinlemek ve içecek bir şeyler almak için oraya uğrayalım."
Rem onaylayınca atların yönünü kuzeye çevirdiler. Büyük ihtimalle o gün annesini göremeyecekti ama bir gün daha sabretmek onu öldürmeyecekti.Yarım saat daha at sürdükten sonra şehre ulaştılar. Etrafını kalın surların çevrelediği şehir o kadar renksizdi ki havanın rengi bile griydi neredeyse. Sadece taştan yapılmış evler ve surlar değil insanlar da renksizdi. Elbiseleri, donuk yüzleri, hissis kalpleri... Hepsi mekanik hareketlerle yürüyor, konuşuyor yada çalışıyordu. Kalp bu şehirde işlevsiz kalmış gibiydi.
Orenda ürperdiğini hissetti. Kampta kalırken bile hiç bu kadar donuk olmamışlardı. İnsanlar sadece zorunda olduğu için yaşıyor gibiydi. Ölmemek için nefes alıryor, hareket edebilmek için ymek yiyor ve uyabilmek için uyuyor. Güneş bile orayı aydınlatamamıştı. Orenda geri dönüp dört nala atını koşturmamak için kendini zor tutuyordu. Sadece o değil, Tara ve Rem'in de bunu istediği yüzlerinden okunuyordu. Ama kimse bir şey söylemedi.
Atlarını şehir merkezine doğru sürerken kimse başını çevirip onlara bakmadı. O kadar ustaca onları görmezden geliyorlardı ki Orenda kendini görünmez hissetmeye başladı. Orada kaldıkça duygularını kaybedeceğinden korkarak atını hızlandırdı ve çok geçmeden atını bağlayabileceği bir han buldu. Attan inip onu yalaklardan birine bağladı ve insanlardan uzak bir köşeye çekildi. Rem ve Tara'da onun yanına gelince hızlı bir plan yaptılar.
"Önce handan yiycek bir şeyler alalım ve mataralarımız dolduralım. İkindiye doğru tekrar yola çıkarız. Olabildiğince erken. Burada çok fazla oyalanmayalım. Yine dinlenmek zorund kalırsak başka bir yer buluruz ama burası değil."
Diğerleri de onunla aynı fikirdeydi. Ne olur ne olmaz diye yüzlerini bulabildikleri en renksiz kumaşla örttüler ve hana girdiler. Han da şehrin diğer yerlerinden farklı değildi. Geniş avlusunu boş hissettirek kadar az birkaç masa oraya buraya dağnık şekilde yerleştirilmiş, ortada hancının bulunduğu geniş bir masa ve duvarlarda yanmayan meşaleler dışında hiçbir şey yoktu. Canlı namına ise sadece onlara dik dik bakan hancı vardı. Buralarda yabancıların hoş karşılanmadığı pek belliydi.Orenda adama yaklaşıp masaya Aspen'den aldıkları altınlardan bir tane koydu.
"Yiyecek bir şey ve su istiyoruz." dedi sesinin titrememesine dikkat ederek.
Hancı önce masada duran paraya sonra Orenda'ya baktı. Bakışları o kadar sabitti ki Orenda gözlerini kaçırmamak için üstün bir çaba sarf etmek zorunda kaldı. Adam sanki içini okuyordu. Sonsuzluk gibi gelen bir sürenin sonunda kağnı gibi yavaşça masadan parayı aldı ve istediklerini hazırlamak için hanın arka taraflarından birine geçti. Orenda ancak o zaman tekrar nefes alabildi. Gücün çekildiği bacaklarını zorlayarak en yakın masaya kadar yürüdü. Sonra patates çuvalı gibi oturaklardan birine yığıldı.
"İyi misin?" dedi Tara. Yüzünde yine o endişeli bakışı vardı.
"Yemeğimizi yiyelim ve beklemeden buradan gidelim. Burası beni çok rahatsız ediyor."
"Beni de." diye onayladı Tara. Rem ise gözlerini kısmış etrafına bakıyordu.
"Ne oldu Rem?" dedi Orenda. "Bir şey mi gördün?"
"Hayır." dedi Rem ona bakmadan. "Sadece bir şey hatırladım."
"Ne?"
"Burası eskiden yılan klanına aitti. Sanırım o yüzden böyle soğuklar."
Orenda yılan klanını duyunca ürperdi.
"İşte buradan bir an önce gitmek için bir sebep daha."
Yine kimse bu konuda konuşmadı ama herkesin aklında o malum soru vardı; yakalanırlar mıydı?Rem ve Tara Orenda'nın karşısına oturdu. Hepsi etrafını izliyordu. Gelecek olan her tehlikeye karşı tüm duyuları açıktı. Her sese, adıma, harekete karşı aşırı tetikteydiler. Kimse yılandan kaçarken aslanın ağzına gitmek istemezdi.
Yemekleri geldiğinde sert tahta üzerinde oturmaktan kalçaları ağrımıştı. Hancı aynı asık suratla elindeki tepsiyle geldi ve neredeyse atar gibi sertçe masaya bıraktı ve hiçbir şey demeden gitti. Getirdiği yemekler asla bir altın etmezdi. Kumdan yapıldığını düşündürecek kadar sert bir ekmek ve yarısı dolu büyük bir tasta ne çorbası olduğu belli olmayan bir sıvı. Ama hiçbiri o adamla yüzyüze gelmeyi göze alamadığı için ses çıkarmadı. Zaten tepki vereceğini de düşünmüyorlardı. Büyük ihtimalle yine dik dik bakardı.
Konuşmadan yemeklerini yediler. Çorba daha önce yedikleri hiçbir şeye benzemeyen bir şekilde ekşiydi. Ekmek de tatsız tuzsuzdu. Sadece un ve sudan yapılmış olmalıydı. Orenda çorbadan birkaç kaşık aldıktan sonra daha fazla yemek için kendini zorlayamadı. Aç gezmek onu yemekten daha evla gelmişti. Kalanını Rem ve Tara beraber bitirdiler. Onlar da sadece aç kalmamak için yiyorlardı. Daha kötülerini de yemişlerdi.
Yemekleri bitip sularını tekrar doldurduklarında artık yola çıkmak için hazırlardı. Orenda esnemesini zorlukla bastırarak ayağa kalktı. Başı dönüyor gibi olunca masanın kenarına tutunup dengesini sağladı. Sıcaktan olmalı diye düşündü. Tara'da kapanmakta olan gözlerini ovuşturuyordu. Aralarında en dinç olanları Rem'di ki o da kendini uykulu hissediyordu. Kendilerine ne olduğunu anlamadan dışarı çıktılar. Hala öğlen vaktiydi ama hiçbiri o şehirde daha fazla zaman geçirmek istemiyordu. Atlarını almak için hanın ahır kısmına geçtiler. Tam yalağın orada...
Atlar yoktu. Atlar... Atlar orada değildi! Orenda panikle etrafına bakındı. Evet, emindi atları oraya bağlamıştı ama orada değillerdi. Soyulduklarından endişe ederek öfkeyle hana döndü ama ilk adımnı attığında midesi öyle bir bulandı ki kusmamak için durmak zorunda kaldı. O daha ne olduğunu anlayamadan Tara yere yığıldı. Rem'de dizlerinin üstüne çökmüş bayılmamak için mücadele ediyordu. Bir anda bir tüm taşlar yerine oturdu. Tuzağa düşmüşlerdi. Ama Orenda Gözleri kapanan Rem'i izlerken bunu fark etmek için çok geç olduğunu biliyordu. O da dayanamayacak noktaya gelince dizlerinin üstüne çöktü ve midesinde olan azıcık şeyi de toprağa kustu. Bitirdiğinde elinin tersi ile dudaklarını sildi. Ağzında iğrenç bir ekşilik kalmıştı. VÜcudundaki güç gittikçe tükeniyordu. En sonunda o da pes ederek yere yığıldı. Kendine doğru yaklaşan ayakları görse de kıpırdayamadı. Gözleri kapanmadan önce gördüğü son şey hancının çarpık gülümsemesiydi. Gözünden bir damla yaş akıp toprağı ıslatırken "onların da duyguları varmış" diye düşündü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANARYA
Fantasy"Kanaryam" diyordu bana. Beni bir kafese kapatmıştı. Gerçek, parmaklıklardan duvarları olan bir kafese. Ve benden şarkı söylememi istiyordu. Halkımın katili olan bu adama nasıl şarkı söyleyebilirim ki?