Çölde susuzluktan ölmek üzre olan bir insanın serap görmesi mi daha kötüdür, yoksa onun serap olduğunu fark ederek ölmesi mi? Sen ona koştukça, senin koştuğun kadar senden uzaklaşan şeyi sevmek mümkün müdür? Öyle bir şeyin peşinden en fazla ne kadar koşabilirsin? Orenda rüyasında ona doğru koşuyordu işte. Annesine doğru. Her ona elini uzatıp tutacak kadar yaklaştığında düşüyor, kalktığında ise annesini yine uzakta görüyordu. Bir defa, iki defa, dört defa, beş... Kan ter içinde kalsa da her defasında tekrar koşmaya devam etti. Bir zaman sonra ona gülen sesleri duymaya başladı. Zifiri karanlıkta durup etrafına baktı. Kimseyi göremiyordu ama onunla dalga geçen insanları duyabiliyordu.
"Zavallı."
"Beceriksiz."
"Başaramayacak."
"Aptalca davranıyor."
"Hep öyleydi zaten."
"Umutsuz vaka."
Birbiri ardınca sıralanan cümleler yankı yankı her yerden geliyordu. Orenda ellerini kulaklarına bastırıp sesleri engellemeye çalıştı ama sesler kafasının içinden geliyor gibi netti.
"Kesin sesinizi!" diye bağırdı. Ama sesler kesilmedi. Aksine karanlık daha da gürültülü oldu. Sanki görünmez bir kalabalık etrafını sarmış onunla alay ediyordu. Orenda artık annesini de göremiyordu. İyice panik oldu.
"Anne?"
Nereye gittiğini bilmeden sağa sola koşturdu.
"Anne! Anne neredesin? Anne!"
O annesine bağırdıkça sesler daha da şiddetleniyordu. Artık Orenda'yı sağır edecek hale geldiklerinde Orenda daha fazla dayanamayarak dizlerini üstüne çöktü. Hala annesini sayıklayordu ama onu bulamayacağını kabullenmişti artık. Annesi onu bu zalimliğe terk edip gitmişti. İşe yaramayacağını bile bile elleriyle kulaklarını kapattı tekrar. Şimdi seslere kendi hıçkırık sesi de karışmıştı. Bundan nefret ediyordu; dizlerinin üstüne düşmekten, yorulmaktan, başaramamaktan, ağlamaktan, zayıflıktan... Tüm benliği ile nefret ediyordu. Eğer geriye kalan hayatı da böyle geçecekse daha fazla yaşamasına gerek yoktu.Kafası çatlayacak noktaya geldiğinde sesler bir anda bıçak gibi kesildi. Orenda ne olduğuna bakmak için sıkıca yumduğu gözlerini açtığında her taraf yine karanlıktı. Ama etrafındaki kalabalığı hissetmiyordu artık. Ellerini kulaklarından çektiğinde ona doğru yaklaşan ayak seslerini duydu. Sesler tam önünden geliyordu. Mermer zemine vuran sert adımlar... Ama karanlık onun kim olduğunu görmesine izin vermiyordu. Sonra zifiri karanlığı volkan alevi gibi parçalayan o sesi duydu.
"Benden kaçabileceğini mi sandın?"Orenda'nın gözleri aniden açıldı. Uyandığını anlayamayarak gördüğü rüyanın etkisiyle yerinden sıçrayarak kalktı. Kalkarken de ayağı çarşaflara dolandığı için yere düştü ama burkulan bileklerine aldırmadan tekrar ayağa fırladı. Gözleri fal taşı gibi açık sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu. Sırtını bir duvara verip kendini güvenceye aldı. İlk görebildiği şey baygınken yattığı yataktı. Kocaman yatak kırmızı kadife ile örtülmüş, yine kırmızı bir cibinlikle süslenmişti. Camları örten kırmızı perdeler vardı. Sanki dünyada başka bir renk kalmamış gibi her şey kırmızıydı.
Orenda telaşla nerede olduğunu anlamaya çalışırne gözü yatağın karşısındaki kapıya takıldı. Düşünmeden oraya doğru atıldı. Hevesle kapının kolunu indirdiğinde yine bir hayal kırıklığı onu çarptı; kapı kilitliydi. Elbette kilitli olacaktı. Hayatında kaç tane kapı vardı ki ilk çektiğinde açılsın?
Başka bir çıkış aramak için etrafına bakınırken gölgelerden bir ses geldi.
"Bu sefer kaçamayacaksın."
Kanını damarlarında donudran bir sesti bu. Bir daha asla duymamayı dilediği o ses. Orenda sırtını kapıya yaslayıp köşeden çıkan Aspen'e baktı. Odadaki karanlık bile gözlerindeki vahşiliği saklamaya yetmiyordu. Avının köşeye sıkıştığını bilen bir yılan gibi yavaşça ona yaklaşıyordu.
"Benden kaçabileceğini düşünmen büyük yanılgıydı küçük kuş."
Ona işkence ettiğini biliyor gibi yavaşça konuşuyordu.
"Kendini kartal sanan küçük kanarya... Bazı kuşlar kafesten hiç çıkmamalı. Neden biliyor musun? Çünkü özgürlük sanarak kaçmaya çalıştıkları yer onları korur. Ama onlar bunu bilmez ve kaçmaya çalışırlar. Sonra bil bakalım ne olur?"
Orenda kendini iyice kapıya bastırdı. Kalbinin sesi kulaklarında uğulduyordu.
"Ölürler, Orenda. Ölürler. Ya kafeste yaşarlar yada ölürler. Başka bir yolu yok."
Aspen tam Orenda'nın karşısına geçip durdu. Hİç acelesi yoktu. Orenda gözlerini onun gözlerine kaldırana kadar bekledi. Avını yakaladığında yılan tabiatında olduğu gibi boğazını sıktı.
"Onları öldürmek çok kolay Orenda. Aynı böyle tutuyorsun. Tutuşunu biraz sıkılaştırdığında..."
Orenda'nın bağazını iyice sıktı. Artık nefes alamıyordu.
"...boyunları kırılıyor. Hızlı ve kolay bir ölüm. Hayatlarını tek elinle alabiliyorsun."
Orenda'nın yüzü kızarana kadar sıkmaya devam etti. Orenda ona ulaşmaya çalışıyor, elini tırmalıyor ama Aspen'e hiçbir zarar veremiyordu. Onu bile yapacak hali kalmayınca Aspen onu bıraktı. Orenda yere düşerek öksürükleri arasında nefes almaya çalıştı. Tekrar doğru dürüst nefes almaya başlayana kadar dakikalar geçti. Aspen o sırada odada volta atıyordu.
"Kendi ayaklarınla bana gelmen ne kadar komik. Benim şehrime, kaleme. O hancıyı tebrik etmem gerek, gözlerinden tanımış seni. Yıllar boyunca göz renginden dolayı o kadar çok insan avladılar ki artık soyunuz tükendi sanıyorduk. Ama şansa bak, seni buldu ve direk bana getirdi. Bu arada küçük kuş, Aklında olsun, bir daha birini bağlayacağın zaman onun üstünü arayıp bıçaklarını da alman gerek. Bunu yapmadığın için teşekkür ederim. Sayende kendimi kısa sürede çözdüm. At bulmak uzun sürdü tabi ama bak, buradayız. Bir şey kaçırmış sayılmayız, değil mi?
Orenda nefret dolu bakışlarla ona baktı. Boğazı yanıyordu. Morardığını bilmek için aynaya bakmaya gerek yoktu. Bir zamanlar kendisini sevdiğini iddia eden bir adam için fazla vahşiceydi bu. Aspen'de onun tepesinden durup bakışlarına karşılık verdi. Onun bu halinden zevk alıyor gibi sırıtıyordu.
"Küçük kuş öfkelenmiş. Ne yapacaksın, Küçük pençelerini bana mı geçireceksin? Beni her zaman çok güldürdün Orenda. Senin şu kendini bilmez hallerin... Kendini olduğundan fazla büyük görmen. Bu yüzden seni özgür olduğuna inandırmak çok kolaydı. Hİçbir zaman kafeste olduğunu kabullenmemiştin çünkü."
Orenda gözyaşları ile mücadele ediyordu. Bu sefer korktuğu yada üzüldüğü için değil, öfkeli olduğu içindi.
"Ağlayacak mısın? Durma, ağla. Bu sefer hiçbir gözyaşı beni yumuşatamaz."
Bir damla yaş Orenda'dan kaçıp taş zemine damladı.
"Sana hep yumuşak davrandım Orenda, her zaman. Kimseye davranmadığım kadar. Sense bunu suistimal ettin. Bunu hak ettiğini sandın. Ama ben sana sadece acıyordum. Sen küçükken de böyleydi."
Dönüp yatağa oturdu. Orenda'ya tepeden bakmanın zevkini çıkarıyordu.
"Bizi birbirimize bağlayan bağlantıyı merak ediyordun ya? Bu arada söylemeliyim, hala hatırlayamayarak beni hayal kırıklığına uğrattın. Şimdi sana söyleyeceğim. Artık bunu kendin hatırlamanın bir önemi kalmadı. Bir Orenda, biz nişanlıydık."
Orenda'nın şaşkınlıkla ağzının açılmasını zevkle izledi. Kayıp olan son anılarının da yavaş yavaş ona döndüğünü görebiliyordu. Yüzünden önce şaşkınlık, sonra rahatlama en son da tiksinti göründü. Böylece yapbozun tüm parçaları tamamlanmıştı.
"Her şeyi hatırladın sonunda. Evet, biz sen daha doğmadan nişanlandık. Nişanlı olduğun kızı bebekken ellerinde tutmanın ne kadar absürt hissettirdiğine inanamazsın. Kimse bizim fikirlerimizi sormadı. İttifak için anlaştılar ve ortaya bizi koydular. Seni ilk elime aldığımda boğmak istemiştim. Aynı az önceki gibi. Zayıftın, zavallıydın, dünyadan bir haberdin. Benim yanımda dimdik duracak kız bir kız değildin. Tek yaptığın oyuncaklarınla oynamak, çiçek toplamak, oradan oraya koşturmaktı. Beni de peşinden çekmeye çalışırdın. Aramızdaki farkı asla görmedin. Ama şimdi durduğun yerden bunu anlıyorsundur."
"Bu yüzden mi o gece sarayımı bastın ve herkesi öldürdün?"
"Demek dilini yutmadın? Hala konuşabilmen güzel. En azından sesin hala değerli."
"Cevap ver bana!"
Aspen'in bakışları karardı. Orenda onun bam teline bastığını biliyordu ama umrunda değildi. O kadar aşağılanmıştı ki artık kaybedecek bir şeyi kalmamıştı.
"Hala yerini öğrenemedin. Ama önemli değil, sana öğreteceğim. Bundan sonra uzun bir zamanımız var. O gece hakkında da... Evet, sarayınızı benim klanım bastı. Emri veren ben değildim. O gece oraya gerçekten de senin için gelmiştim. Ve annen için tabi. Ama geç kalmıştım. İkiniz de orada değildiniz."
"Neden peki? Benden nefret ettiğin için mi?"
Aspen Orenda çok komik bir şey söylemiş gibi güldü.
"Senden nefret ettiğim için mi? Tabi ki hayır. Sen buna değmezdin. Bu senin yüzünden değil, annen yüzündendi."
"Annem ne yaptı sana?"
"Annen ne mi yaptı?"
ASpen burun köprüsünü sıvazladı.
"Bu durumda bile hala her şeyden bir haber olman çok zavallıca."
Ayağa kalkıp Orenda'nın başına geldi ve onu saçlarından tutarak kaldırdı. O kadar sıkı tutuyordu ki acıdan Orenda'nın gözleri doldu.
"Bu odayı görüyor musun? Burası anne babamın odasıydı. Neden her yer kırmızı peki? Çünkü bu onların kanının rengi."
Sonra kapıyı açıp onu koridora çıkardı. Duvarlar sadece kırmızıya boyamış tablolarla kuşatılmıştı. Sanki başka renk kullanmak yasak gibiydi.
" O gün ava gitmiştim. Ve döndüğümde bulduğum şey neydi? TAbiki de bilmiyorsun! Onların cesetlerini buldum. Buradaydılar! İkisi de! Annem duvara yaslanmış karnındaki kocaman yarayı tutarak ölmüştü. Babam ise iki adım ötede, bak, tam şurada. Kılıcını kınından çıkarmaya zamanı bile olmamıştı! İkisinin de gözleri açıktı. Onları ben kapattım. On dört yaşındaydım! Onların cesetlerini yanarken izledim. Cesetlerini ilk gördüğüm anda bunu kimin yaptırdığını biliyordum. Annendi. Başka kimse bu kadar kahpe olamazdı! Onları sırtlarından bıçakladı. Aramıdaki tüm anlaşmaları ve yıllar süren birlikteliği hiçe saydı! O gece komutanlardan birinin baskın emrini verdiğini duyunca Oraya gittim. Neden biliyor musun? Seni ve annneni öldürme şerefini bir başkasına bırakamazdım. O gün benden kurtuldunuz ama sizi günün birinde tekrar bulacağımı biliyordum. Biri gitti, biri kaldı. Şimdi..."
Orenda'nın yüzünü kendine çevirdi.
"Annenin nerede olduğunu söyle."
"Annemin yaptığından nasıl bu kadar eminsin?"
"Dediklerimi duymadın mı? Onları arkasından bıçakladı dedim."
"Bu annemin yaptığını kanıtlamaz."
"Bizim gibi savaşçı bir klanın kalesine kaç kişi girebilir sanıyorsun sen? Sadece tek bir klan. Hiç kimse sizin kadar iyi suikastçi ve ajan yetişriemezdi. Yoksa sen sadece şarkı söyleyip dans ettiğinizi mi sandın? Bu sadece paravandı. İnsanları kandırmak için bunu kullanıyordunuz. Başarmıştınızda. Ama ne kadar iyi olursanız olun, hiçbir yeteneğiniz sizi avlanmaktan kurtaramadı. Hepinizi tek tek öldürdük. Emin ol, sen ve annenden bakşa kimse kalmadı. Sizi de ben öldüreceğim."
Orenda son cümle canını acıttığı için kendine kızdı. İçindeki o aptal inatçı umuttan nefret ediyordu.
"Annen nerede?"
"Neden yaptı peki?"
"Soru sormayı kes de cevap ver! Annen nerede?"
"Neden!"
Aspen tutuşunu daha da sıkılaştırdı.
"Aptal kız, çok inatçısın. İyi madem, söyleyeyim. Güç için, başka ne olabilir? Tüm gücü kendine istedi ama her şeyini kaybetti."
"Sana inanmıyorum. Annem bunun için yapacak olsaydı o kadar beklemezdi."
"O zaman ikinizi de öldürmeden önce bu soruyu sorman için sana biraz zaman veririm. Ölmeden önce tüm sorularının cevalaplarını alırsın. Başından beri istediğin bu değil miydi zaten? Nişanlım için bu kadarını da yapayım değil mi?"
Zehirli sözleri Orenda'nın midesini bulandırdı. Gerçekten başından beri bu adamımı sevmişti.
"Son kez kibarca soracağım; Annen nerede?"
Orenda cevap olarak yüzüne tükürdü. Tükürük sol yanağına denk gelmişti. Aspen elinin tersi ile onu sildikten sonra Orenda'ya baktı. Elini gevşetip onun saçlarını bıraktıktan sonra aniden bir tokat attı. Öyle sertti ki Orenda ayakta duramayıp duvara yaslandı. Ağzına kan tadı geliyordu.
"Bu kadar kolay olacağını beklemiyordum zaten."
Kendine gelmesini beklemeden tekrar saçlarını tuttu.
"Ama seni ikna edecek bir şeyim var."
Onu sürükleyerek merdivenlerden indirdi ve birkaç koridor geçip geniş bir odaya girdi. Geçtiği her yerde olduğu gibi burada da eşyalar saplantılı bir şekilde kırmızıydı. Odadaki adam onları görünce hazır ola geçip selam verdi. Saçları kızıl olsa da gözleri aynı Aspen gibi griydi. Aspen Orenda'yı yere fırlatıp adama dönsü.
"Muray, diğer ikisini getir."
Adam baş işaretiyle onaylayıp odadan çıktı. Geri geldiğinde yanında Rem ve Tara vardı. Her ikisinin elleri de arkadan bağlanmıştı ve yüzlerinde morluklar vardı. Orenda onları o halde görünce kendini tutamayıp "piç" dedi. Aspen ona tekrar vurur diye bekliyordu ama o sadece güldü.
"Bu sadece başlangıç Orenda. Eğer bana istediğimi vermezsen daha kötüsü olacak. Sana bir ipucu vereyim; onları öldürmeyeceğim, ölmek için yalvartacağım."
Orenda arkadaşlarına baktı. İkisi de yaralarına rağmen öfkeli görünüyorlardı.
"Orenda, iyi misin?" diye sordu Tara.
Orenda cevap vermeden Aspen araya girdi.
"Onun için endişeleneceğinize kendiniz için endişelenin. Eğer sizin yerinize annesini seçerse ondan daha uzun yaşamayacaksınız."
Orenda o hiç konuşmamış gibi cevap verdi.
"İyiyim Tara."
Onlara nasıl olduklarını sormadı. Pek iyi görünmüyorlardı. Oradan çıkacaklarını da söyleyemedi. Çünkü bunu kendi de bilmiyordu.
"Tüm kartlarımız açıldığına göre tekrar sorayım; Annenin nerede olduğunu söyleyecek misin?"
Orenda arkadaşlarına baktı. Hangi birini feda edebilirdi ki? Keşke sadece kendini feda edebilecek olsaydı. O zaman hiç tereddüt etmezdi.
"Cevap vermiyorsun. O zaman karar vermende yardımcı olayım."
Belinden bir bıçak çıkarıp Tara'nın yanına gitti ve saçını tutarak başını kaldırdı. Bıçağı Tara'nın gözüne yaklaştırırken Rem Muray'ın kollarında çırpınıyor Aspen'e tehditler yağdırıyordu. Tara ses çıkarmasa da gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Bıçağın gözüne değmesine ramak kalmışken Orenda çığlık attı.
"Dur!"
Bıçak durdu ama geri çekilmedi.
"Onu bırak, annemin nerede olduğunu sana söyleyeceğim."
Aspen bıçağı Tara'nın gözünden çekti ama indirirken yanağını kesti. Çok derin bir kesik değildi ama Tara'yı bağırttırmaya yetti. Muray'da küfürler savuran Rem'in karnına yumruk atarak onu susturdu. Rem iki büklüm olup yere düştü
"Pislik! Onlara dokunma dedim sana!"
"Bana ne yapacağımı söyleme Orenda. O konumda değilsin. Bu, eğer bana yalan söylersen olacaklara karşı bir uyarıydı. Şimdi, annenin yeri?"
"Onları bırakmadan sana nerede olduğunu söylemem."
"Orenda pazarlık yapacak konumda değilsin."
"Evet öyleyim. Ya onları bırak gitsinler yada öyle bir susarım ki değil onları beni lime lime etsen tek kelime etmem sana. Ne yaparsan yap konuşturamazsın beni. Bunu yaparım. Yapacağımı sen de biliyorsun."
Aspen öfkeyle ona bakınca Orenda gözlerini kaçırmadı. Aynı sertlikle baktı gözlerini içine. Aspen konuşana kadar da gözlerini kaçımadı.
"Bana yalan söylemeyeceğini nereden bileceğim?"
"Sana hiçbir zaman yalan söylemedim."
"Annenin nerede olduğu hakkında söyledin."
"Onun nerede olduğunu sen beni odada yalnız bıraktıktan sonra öğrendim ve hiçbir zaman onun nerede olduğunu bilmediğimi söylemedim."
"O zaman bu sefer benden bir şeyler saklamayacağını nerden bileceğim? Onları gönderirsem kozumu da göndermiş olurum."
"Artık kaçacak bir yerim yok, her şeyi anlatacağım. Söz veriyorum."
Aspen yine dik dik baktı. Bu sefer gözlerinde değerlendiren bakışlar vardı. Orenda ne karar vereceğini beklerken dudaklarını ısırdı. Kumar oynuyordu ve ucunda hayatları vardı. Kararlıydı, arkadaşlarını bırakmazsa ölme pahasına konuşmayacaktı. Ama onların ölümlerini izlemek istemiyordu. Aspen'in ne kadar zalim olabileceğini görmüştü.
"Muray, onları şehre bırak gitsinler."
Tara ve Rem itiraz etmeye başladı ama Aspen onları duymazdan geldi.
"Sonra gel, hazırlanıp yola çıkacağız. Daha fazla oyalanmayacağız."
"Hayır onları şehre bırakma. O zaman onların güvende olduğundan emin olamam."
"Artık iyice canımı sıkmaya başladın Orenda."
Bu Orenda'nın umrunda değildi. Önce arkadaşlarının güvende olacağından emin olmalıydı.
"Onları elleri bağlı ata bindir ve atları kamçıla. Dört nala uzaklaşsınlar buradan. Yanlarında kimseyi gönderemezsin. Onlar gittikten bir saat sonra annemin nerede olduğunu sana söyleyeceğim."
Aspen sabretmeye çalışarak çenesini sıktı. Ama daha fazla uğraşmamak için itiraz etmedi.
"Dediğini yap Muray."
Sonra Orenda'ya döndü.
"Ama onları bir daha görürsem ikisini de öldürürüm. Duydun mu beni?"
Orenda'yı yine saçından tutup ayağa kaldırdı. Dışarı sürüklerken Orenda direndi.
"Onları son bir kez göreyim, lütfen?" dedi ağlamaklı bir sesle.
Aspen ORenda'nın yüzününe baktı. Sırayla gözlerini ve dudaklarını inceledi. Tüm mimiklerini iyice izledikten sonra güldü.
"Acı çekerken çok güzel görünüyorsun. Kanaryaların sesi bu yüzden çok güzel olsa gerek, fazla hassas oldukları için."
Sonra onu tekrar sürükledi ve odadan çıkardı. Orenda sadece kapıdan çıkarken son kez arkasından bağıran arkadaşlarının yüzlerini görebildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANARYA
Fantasy"Kanaryam" diyordu bana. Beni bir kafese kapatmıştı. Gerçek, parmaklıklardan duvarları olan bir kafese. Ve benden şarkı söylememi istiyordu. Halkımın katili olan bu adama nasıl şarkı söyleyebilirim ki?