Aspen uyandığında Orenda'yı salıncakta sallanırken buldu. Başını salıncağın kenarına yaslamış gözleri dalgın daldın bakıyordu karşı duvara. Kitap avuçlarının arasında duruyordu. Aspen bir süre kıpırdanmadan onu izledi. Sabah mahmurluğunu atmak için güzel bir manzaraydı. Onu izlerken hiçbir zaman mutlu bir pazar sabahı yaşamadığını fark etti. Şöyle gerinerek uyanacak, yatakta tembellik yapacak, sevdiği biriyle fısıltıyla muhabbet edecek bir an hiç yaşamamıştı. Şimdiye kadar umrumda da değildi. Ama Orenda'ya bakarken bunun güzel bir şey olabileceğini düşündü. Duygusal olmaktan ziyade tensel bir hazdı tabi. Birinin sıcaklığını hissetmek... En sonuncusunun üstünden uzun zaman geçmişti.
Yeterince yattığına karar verdikten sonra yavaşça doğruldu. Orenda ancak o ayağa kakınca Aspen'in uyandığını fark etmişti. Bakışlarını duvardan ona kaydırdı. Şimdi de duvarı izler gibi onu izliyordu. Aspen ona aldırmayarak önce tuvalete gitti. Oradan da giysi odasında üstünü değiştirdi. Geri döndüğünde Orenda'nın bakışları yine üstündeydi. Sanki kapıların arkasından bile onu görüyor gibi odaklanmıştı. Aspen artık rahatsız olmaya başlamıştı. Belki kafesin içinde oturmaktan sıkılmıştır diye düşünerek kafesin kapısını açtı. Ama Orenda bir milim bile hareket etmedi. Aspen artık onun bir gecede delirmiş olup olmayacağından endişeleniyordu.
" İyi misin?" diye sordu en sonunda.
" Bu insanlar neden kendilerini mutlu etmediği bildikleri hayatlarını yaşamakta ısrar ediyorlar?"
Orenda hala delici bakıyordu. Ama en azından Aspen rahatlamıştı. Orenda'nın sadece okuduğu kitabın etkisinde kaldığını biliyordu artık. Küçük kuşa ağır gelmişti.
" Hırs, açgözlülük, ego, aptallık... Hangisini seçmek istersen."
" Bu kadar basit olmamalı."
Orenda şimdi neredeyse ağlayacak gibi görünüyordu. "Onlarca insanın hayatını mahveden şey bir kişinin aşağılık duyguları olmamalı."
" Ama gerçekler bu küçük kuş. Sen kabul etsen de etmesen de."
Orenda sustu. Bakışlarını yine duvara sabitledi. Dünyadan tekrar kopmuştu. Aspen onu rahatsız etmemek için bir şey söylemeden odadan çıktı. Bunun geçici bir şok olduğunu düşünüyordu. Yine de öğlen vakti Hâre'yi kontrol etmesi için göndermeye karar verdi. Geçmişini hatırlaması için yaptığı şey ters teperek onu iyice içine kapatsın istemiyordu. Şimdi ise gidip şu kampın çürümüş düzenini değiştirmeliydi.Öğlen vaktine kadar Orenda salıncakta sallanarak okuduklarını düşünürken Aspen de komutanlarla istişareler yaptı, emirler verdi. Herkes kendi dünyasındaki rollerini oynadı. Günün tam ortasında kapı çaldı ve Orenda'yı o zamana kadar onu boğan düş aleminden kurtardı. Orenda cevap vermeden kapı açılmıştı bile. Hare elinde bir tepsi yemek ve bez bir çanta ile kapıda duruyordu. Önce kapıdan kafasını uzattı. Orenda'yı devasa bir kafesin içinde görünce gözleri bir an için yuvalarından fırlayacak kadar açılsa da kendini çabuk toparladı ve bu konuda hiç bir şey söylemedi.
" Orenda, içerisi müsait değil mi?" diye sordu çekinerek.
" Sadece ben varım."
" İyi..." içeri girip kapıyı kapatırken konuşmaya devam ediyordu. "...komutanın burada olmadığını biliyordum ama yine de kontrol etmek istedim. O adamı kızdırmak istemem. Bir haftadır kampta herkesin canını okudu. Herkes onunla karşılaşmaktan çekiniyor şimdi. Kim bilir bu daha ne zamana kadar sürecek? O yokken herşey kendi kendine dönüyordu..."
Orenda Hâre'ye bakıyor ama onu dinlemiyordu. Sadece ne zaman kendi kendine konuştuğunu fark edecek ve susacak diye merak ediyordu. Aspen'le aynı odada kalan kendisinden başka biri değildi, bunları zaten biliyordu.Hare tepsiyi masanın üstüne bırakırken bile konuşmayı sürdürdü.
" Bugün beni yanına çağırdığını öğrendiğimde ne kadar korktuğumu tahmin edemezsin. Neredeyse titriyordum-" Orenda'ya dönünce ve suratının halini görünce cümlesini yarıda kesti.
" Sen iyi misin? Seni getirdikleri günden bile beter görünüyorsun."
" İyiyim." dedi Orenda zayıf bir sesle. Kendine kendi bile inanmamıştı.
" Hiç de öyle görünmüyorsun."
Hare kafesin yanına gelip aralık olan kapıyı açtı. Orenda'yı elinden tutarak oradan çıkarmak için bir adımını kafesin içine atmak zorunda kaldı. Bu bile oldukça rahatsız ediciydi. Orenda'ya acımadan edemedi. Bu yüzden daha da nazik olmaya çalışarak onu kafesten çıkardı ve masaya götürüp sandalyeye oturttu.
" Bak bugün sarımsak çorbası ve kızarmış tavuk var." dedi onu yemeğe teşvik etmeye çalışarak. Orenda ise önündeki leziz yemeklere bir ot parçasılarmış gibi bakıyordu.
" Ve bugüne özel olarak krem krema. Sütten yapılan bir tatlı. Üstüne de tarçın serptim. İnan bana bayılacaksın. Övünmek gibi olmasın ama elim lezzetlidir."
Hare ondaki şevkin tek nebzesinin bile Orenda'ya geçmediğini görünce başını iki yana salladı.
" Orenda, mutlu olmadığını biliyorum. Ama yemelisin. En azından yaşamak için. Dün de bir şey yememişsin. Bu gidişle kendine zarar vereceksin."
" Sizin bana yapamadığınızı ben kendime yapmam, endişelenme."
" Bak, Orenda öfkelisin, anlıyorum-"
" Hayır, anlamıyorsun."
Orenda aynadaki yansımadan direk Hâre'nin gözlerinin içine baktı. Bakışları mermer kadar sertti.
" Ve umarım da anlamak zorunda kalmazsın."
Sonra bakışlarını tekrar önündeki tepsiye çevirdi. Kaşığı eline aldı ve çorbaya batırdı. Yiyecekti ama sadece kamptayken yediği kadar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANARYA
Fantasia"Kanaryam" diyordu bana. Beni bir kafese kapatmıştı. Gerçek, parmaklıklardan duvarları olan bir kafese. Ve benden şarkı söylememi istiyordu. Halkımın katili olan bu adama nasıl şarkı söyleyebilirim ki?