Aspen böyle olsun istememişti. Onu kırmak, gözlerindeki hayal kırıklığını görmeyi hiç istememişti. Ama yapmıştı ve kendine bunun gerekli olduğunu söylemişti. Bu, hedefine ulaşmak için, neden yola çıktığını unutmamak için gerekliydi.
Orenda onun için ne ifade ettiğini sorduğu an sadece iki günde tüm hayatı için çalıştığı şeyi nasıl da unuttuğunun farkına varmıştı. Dürüstlük mü istiyordu? Tek istediği Orenda'ydı. Onunla beraber olmak, gecelerini onunla geçirip sabahları beraber uyanmak, onu gittiği her yere götürmek, o şarkı söylerken onu dansa kaldırmak, her yemeğini onunla yemek, beraber kutlayacağı özel anlar oluşturmak hatta ve hatta yüzük parmağına bir yüzük takmak... Sadece onun özgürce uçabileceği rengarenk bir bahçe olmak istiyordu. İşte bunu fark ettiği o an bir seçim yapmak zorunda kaldı ve o intikamını seçti. Bunu yaptığına anında pişman oldu ama geri adım atamadı. Çünkü intikamını ardında bıraktığında da pişman olacağını biliyordu. Yıllar boyunca ölüme direnmesini sağlayan şey bir gün intikamını alacağına dair olan inancı olmuştu. Sonra bir anda onu ölümden koruyacak bambaşka bir şey ortaya çıkmıştı. Ama ona nasıl sarılacağını bilmiyordu. Bu yüzden onu itmeyi tercih etmişti. Bunu yaptığı andan itibaren aldığı her nefes ciğerlerine batmıştı.
O sabah her zamankinden erken uyandı. Orenda'yla yüz yüze gelecek cesareti yoktu. Odadan çıkmadan Orenda'yı yatağa yatırmayı düşünmüş ama vazgeçmişti. Onu taşırken uyanırsa tekrar kavga ederlerdi. Sabahı daha da tatsızlaştırmaya gerek duymamış, onu koltukta iki büklüm yatar halde bırakmıştı.
Odadan çıkarken yanına aldığı ağırlık onu gün boyu takip etmiş toplantılara odaklanmasını engelleyip başına ağrılar sokmuştu. Onun başı ağrımazdı ki! Ona rapor veren herkesi hatta ses çıkaran her şeyi boğmak istemişti. Bu isteği gözlerinden anlaşılmış olacak ki zorunda olmadıktan sonra kimse onun yanına yaklaşmamıştı.
Akşam olup tüm işler bittiğinde ve asker istirahate çekildiğinde çalışma odasındaki koltukta oturup elinde bir bardak içkiyle karşı duvara bakmıştı bir süre. Malikaneye geri dönmek hiç içinden gelmiyordu. Halbuki daha önceki gün oraya gitmek için saat saymıştı.
İkinci bardak içkisini bitirdikten sonra vücudunun rahatladığını hissetti. Hafiften çakır keyif olmuştu. Koltuğundan kalkıp üniformasını düzeltti. Şimdi geri dönebilirdi.
Malikaneye girdiğinde Orenda'yı büyük salonda buldu. Yine piyano çalıyordu. Çaldığını notalara bakılırsa pek iyi bir ruh halinde değildi. Aspen onu suçlayamazdı. Büyük salonun kapısıda durup çaldığı besteyi bitirmesini bekledi. Ama ne kadar beklerse beklesin Orenda parmaklarını piyano tuşlarından çekmedi. Bir besteden başka bir besteye geçiyor, notalar bir yükselip bir alçalıyordu. Sanki piyanoyu dile getirip onu çalmayı bırakması için yalvartana kadar çalmaya devam edecekti. En sonunda piyano dile gelmemiş olsa bile Orenda çalmayı bıraktığında Aspen'in ayakları ağrımaya başlamıştı.
Orenda ellerini piyano tuşlarından çekip bileklerini ovuşturdu. Saatlerdir piyano başındaydı ve parmaklarının ağrısı onu öldürmekle tehdit ediyordu. Bir şeyler hatırlarım ümidi ile saatler önce piyano başına oturmuş ama yeni hiçbir şey hatırlayamamıştı. Aspen'e olan öfkesine bir de bunun öfkesi eklenmişti. Neyse ki daha geri gelmemişti. Bir süre daha onu görmemeyi umdu. İki gün falan. Belki o zaman sakinleşirdi biraz.
Uzun süre tahta bir oturakta oturmaktan ağrımış kalça ve bacaklarını esnetmek için ayağa kalktı. Ellerini başının üstünde birleştirip yukarı doğru iyice gerindi. Boynu da tutulmuştu. Başını sağa sola yatırarak boynunu dinlendirmeye çalıştı. O an fena halde düz ve yumuşak bir zeminde yatmaya ihtiyacı vardı. Aspen'in yokluğunu bunu yapmakla değerlendirmek için yukarı çıkacaktı ki-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANARYA
Fantasy"Kanaryam" diyordu bana. Beni bir kafese kapatmıştı. Gerçek, parmaklıklardan duvarları olan bir kafese. Ve benden şarkı söylememi istiyordu. Halkımın katili olan bu adama nasıl şarkı söyleyebilirim ki?