Felix bunu dedikten sonra yaşananlar çok hızlı gelişti. Hyunjin'in ısrarları boşa çıkmış, Hyunjin stresli bir şekilde Chan'ı aramak zorunda kalmıştı. Akşam Chan gelecek ve bir süreden sonra ilk defa tekrardan toplu olarak konuşacaklardı. Her ne kadar normal karşılamaya çalışsalar da yine de hepsi gergindi ve bir an önce akşam olsun istiyordu. Onlara inat, saatler daha yavaş akıyor ve saatin akrebi yerinden hiç kıpırdamıyordu sanki.
Akşamı nasıl ettiler, onlar da bilmiyordu. Bir şekilde vakit öldürmeyi başarmışlardı ve işte, Chan yoldaydı. Buraya geliyordu ve onun da içinde bir yerde bir şeyler hareketliydi. Canından bağlandığı bu çocukları görmemek onu gerçekten sarsmıştı.
Chan eninde sonunda bu günün geleceğini biliyordu. Hep düşünüp durmuştu öğrendiklerinde ne tepki verebileceklerini. Bu tepki de tahmini senaryolarının arasındaydı. Yine de bu kadar yaralayacağını düşünmemişti. Fakat onları da anlayabiliyordu, bu tesise geliş amaçlarının aslında neye dayandığını öğrenmek gerçekten yıkıcıydı. Bencilceydi, ama o zamanlar öyle gelmemişti.
Belki bu geceden sonra bir şeyler değişecekti. Sonsuza kadar bozulacaktı belki de ya da bu açık yara izine bir damla merhem sürülecekti.
Saat akşam on biri vurdu.
Kapının zil sesi duyuldu.Hepsi zaten tetikte bekliyordu ve bu sessizlik içine düşen kapı zili irkilmelerine sebep olmuştu. Kapıyı açmak için Hyunjin yerinden kalktı. Arkasından Felix de kalktı.
"Felix..."
"Sorun yok. Hadi kapıyı açalım."
Hyunjin umutsuzca iç çekti. Gerçekten birazdan yaşanacaklardan korkuyordu. Kapıya ilerlediler ve Hyunjin kapıyı açtı. Felix de Hyunjin'in hemen arkasında tam kapının karşısında duruyordu. Chan kapı açılınca ne yapacağını bilemedi, eli ayağına dolandı. Sadece Felix'in yüzüne bakakaldı.
"Gel, Chan." dedi Hyunjin ve daha da kenara çekildi.
Chan da başını belli belirsiz sallayıp içeri geçti. Dikenler üstünde yürüyordu sanki. Attığı her adım hataymış, yanlış bir şey yapıyormuş gibi hissediyordu. Üstünde hissettiği yoğun bakışlar geriyordu onu da. Hyunjin ve Felix de arkasından geldiğinde Hyunjin ona koltuklardan birini işaret ederek:
"Chan, geç otur." dedi.
"Peki." deyip oturdu Chan da.
Yaklaşık on saniyelik bir sessizlikten sonra Minho kızgın bir şekilde:
"Buraya susup oturmaya mı geldin yoksa yapacak açıklamaların var mı?"
"Minho, tamam." dedi Jisung da onu uyarırcasına.
"Açıklamalarım var, evet ama merak etmeyin, fazla uzun kalmayacağım."
"İyi, dinliyoruz." dedi Jeongin de.
Chan derin bir nefes alıp lafa girdi:
"Öncelikle herkes biliyor ki; Felix'in babası bizimle görüşmek istiyor anlaşılan. Bunu mektupla bildirmiş oldu bize. Yazdığı yer adını arattım, daha önce görevlerde gittiğimiz depolar gibi. Hani şu mal saklamak için olanlardan... Onun dışında babam ve Rosé de araştırma içerisindeler. Mektupta yazan, bizi çağırdığı tarihe ise sadece 15 gün kaldı. Bu 15 günü akıllıca kullanıp bir plan yapmalıyız. Hiçbir olasılığın kendisinden ve sonuçlarından haberimiz yok, bilmiyoruz. Benim şahsi fikrim oraya gitmeliyiz, siz ne diyorsunuz?"
"Neden gidiyoruz ki? Her çağıranın ayağına mı gideceğiz?" dedi Seungmin.
"Seungmin haklı. Neden bile bile ateşe atalım kendimizi?" diye destekledi Minho da.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Secret.(Place+Plans)=?
FanfictionGizli yer + gizli planlar. Garip geliyor kulağa. Bizim de bir şeyden haberimiz yok. Sadece 8 çocuk bir araya gelmiş ve birilerinin peşinde koşturuyorlar. Hepsinin iki farklı kişiliği var. Kimseye belli etmemeliler ve görevlerini tamamlamalılar. Peki...