Saliha apartman kapsını hızla ardına kadar açtı ve dışarı adım attığında soğuk rüzgar yüzüne çarptı. Boğazına düğümlenen acıyla nefes almak zorlaştı, kalbi hızlı bir şekilde çarparken içindeki hisleri bastırmaya çalıştı. Buraya hande ile gelmişti o yüzden arabası yoktu. Taksi çağırmak için elini sallasa da buna gücü yoktu ne bekleme ne de durdurmaya.
Adımlarını sıkı sıkıya sokağın taşlı yollarına basarak ilerledi. Gözyaşları dudaklarından süzülüyor, ama o artık hissetmiyordu, sadece yürümeye devam ediyordu.
Saliha'nın adımları, yankılanan her sesle birlikte ağırlaştı. Her adımında, yıllarca özlemini çektiği aile hayalinin kırıldığını hissediyordu.
Bir bara sığındı, içerideki loş ışık ve mırıldanan müzik, dışarıdaki karanlığın ve sessizliğin keskin tezatıydı. Barın köşesine çekildi, bir viski sipariş etti. Bardağın soğuk camı, parmaklarının ucunda hissettiği gerçekliğin acı verici bir hatırlatıcısıydı. İlk yudumuyla, boğazından aşağı akan sıvının yakıcı hissi, içindeki boşluğu dolduramıyordu.
Her yudumda, Saliha'nın içindeki umut biraz daha sönüyordu. Alkol, acısını uyuşturamıyordu; sadece onu daha da derinleştiriyordu. Barın gürültüsü içinde, kendi içindeki sessizliği duyabiliyordu. Yalnızdı, terk edilmişti ve en kötüsü, sevilmemişti.
Saatler boyunca oturdu, her yudumda geçmişin hayaletleriyle yüzleşti. Ailesinin reddi, Elif'in soğuk bakışları, Hande ve İlkin'in çaresiz duruşları... hepsi zihninde dönüp duruyordu. Sonunda, bardağın dibinde kalan son damlayı bitirdiğinde, Saliha'nın içindeki yıkım tamamlanmıştı. Artık ne yapacağını bilmiyordu, nereye gideceğini, kime güveneceğini.
Saliha, barın kapısından dışarı adımını attığında, İstanbul'un gece yarısı sessizliği içinde kaybolmuştu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, ama içine çektiği hava bile ağırlaştırmıştı ciğerlerini. Yürümeye başladı, ama ayakları sanki kendiliğinden hareket ediyormuş gibi, bir yönü olmadan, amaçsızca ilerliyordu.
Sokak lambalarının altında, her bir ışık halkası bir öncekinin hüznünü daha da belirginleştiriyordu. Saliha'nın gölgesi, kaldırımlarda uzayıp kısalıyordu, sanki onunla birlikte dans ediyor, onun yalnızlığını paylaşıyormuş gibi.
Bir parkın yanından geçerken, sakinliği onu içine çekti. Yavaşça, rüzgârdan hafif sallanan salıncaklardan birine oturdu. Uzun boyuna rağmen sığmıştı o çocuk salıncaklarına. Gökyüzüne baktı, yıldızlar parlıyordu, ama onların ışığı bile ulaşamıyordu Saliha'nın içindeki karanlığa. Gözlerinden süzülen yaşlar, yanağında donuyor, sonra dudaklarının köşesinde bir damla halinde duruyordu.
Parkın sessizliği, Saliha'nın içindeki fırtınayla tezat oluşturuyordu. Ağaçların yaprakları hafifçe hışırdıyor, rüzgar usulca esiyordu. Ama bu doğanın melodisi, Saliha'nın kalbindeki acıyı hafifletmeye yetmiyordu.
Yıllar önce de hikayesi bir parkta başlamıştı şimdi yine bir parkta sona eriyordu. Galiba onu tek sahiplenen yer bu parklardı.
Saatler ilerledikçe, parkta yalnız kalan tek kişi Saliha'ydı. Kendi düşünceleriyle baş başa, hayatının bu yeni dönemeçte ne yöne gideceğini düşünmeye çalışıyordu. Ama düşünceleri bulanık, geleceği belirsizdi.
Sonunda, güneşin ilk ışıkları ufukta belirmeye başladığında, Saliha yavaşça ayağa kalktı. Parktan çıktı ve şehrin uyanmaya başladığı sokaklarda, yıkılmış bir enkaz gibi yürümeye devam etti.