*43

281 36 21
                                    


Saliha kendini tekrar Mavi'de buldu. Ortam aynıydı; müzik çalıyor, ışıklar yanıp sönüyor, insanlar dans ediyordu. Ancak bu sefer her şey daha bulanıktı. Duvarlar sanki nefes alıyormuş gibi hareket ediyor, her şey dalgalanıyordu. Saliha'nın kulaklarına ulaşan müzik, artık net değildi; boğuk, uzak bir uğultuya dönüşmüştü. İnsanların kahkahaları ve konuşmaları bir uğultu halinde birleşmiş, kulaklarında çınlıyordu. Herkesin yüzleri silikleşmiş, adeta birer gölgeye dönüşmüştü.

Saliha, İpek ve kızın olduğu masaya doğru yürümeye başladı. Her adım attığında, zemin ayaklarının altında kayıyor gibiydi. Adımları ağırlaştıkça, etrafındaki sesler daha da boğuklaştı, sanki suyun altında yürüyormuş gibi hissetti. Etrafındaki figürler silikleşip, hayaletimsi bir hal alırken, her şey daha da gerçek dışı görünmeye başladı.

Masaya yaklaştığında, İpek'in yüzü netleşti. Ancak bu sefer, İpek'in yüzü bembeyazdı, gözleri ise derin, karanlık bir boşluğa bakıyordu. İpek'in kollarında küçük bir beden vardı, kanlar içindeydi. Küçük beden, sanki İpek'in kollarından sarkıyormuş gibi hareketsizdi. Kan, İpek'in kollarından damlıyor, yere düşen damlalar büyük bir yankı yapıyordu.

Saliha'nın kalbi hızla çarpmaya başladı, nefesi kesildi. "İpek?" dedi, sesi titriyordu, kelimeler ağzından güçlükle çıkıyordu.

İpek, gözlerini yavaşça Saliha'ya çevirdi. Gözlerinde hiçbir hayat belirtisi yoktu, sadece derin bir boşluk vardı. "Beni sen öldürdün," dedi soğuk bir sesle. "Senin yüzünden öldüm."

Saliha, geri adım attı, dengesini kaybetmemek için çaba gösterdi. "Hayır, hayır, bu doğru değil!" diye bağırdı, ama sesi bir yankı gibi boşluğa düştü, hiçbir cevap alamadı. İpek'in kollarındaki küçük beden, küçük İpek'ti; kanlı ve hareketsiz. Küçük bedenin yüzü donuk, gözleri kapalıydı. Saliha, dizlerinin üzerine çöktü, gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. "Ben... ben bilmiyordum. Seni koruyamadım."

İpek'in yüzündeki ifade değişmedi, gözlerindeki soğuk bakışlar Saliha'nın ruhuna işliyordu. Gözlerinden yayılan boşluk, Saliha'yı içine çekiyordu. "Beni sen öldürdün," diye tekrar etti İpek. "Senin hatan."

Saliha, İpek'in bu soğuk ve suçlayıcı sözleri karşısında çaresizce ağlamaya devam etti. Ellerini yüzüne kapattı, gözyaşları parmaklarının arasından süzülüyordu. "Hayır," diye mırıldandı. "Bu benim suçum değil."

Ama İpek'in bakışları hiç değişmedi. "Senin hatan," dedi bir kez daha. "Senin yüzünden öldüm."

Saliha, İpek'in bu sözlerini duydukça, sanki dünya üzerine çöküyormuş gibi hissetti. İçinde derin bir suçluluk ve pişmanlık hissi yükseldi. Rüyada mıydı, yoksa gerçek miydi, artık bunu ayırt edemiyordu. İpek'in sözleri, bir çığlık gibi zihninde yankılandı, her yankı Saliha'nın ruhunu biraz daha derin yaralıyordu.

Saliha, birden yatağında sıçrayarak uyandı. Nefesi kesik kesikti, alnı ter içindeydi. Hande hemen yanında doğruldu. "Saliha, ne oldu? Kötü bir rüya mı gördün?" diye sordu, endişeyle.

Saliha, bir süre nefesini toparlamaya çalıştı. "Evet, kötü bir rüyaydı," dedi, sesi titrek. "Çok kötü bir rüyaydı."

Hande, Saliha'ya sarıldı, onu teselli etmeye çalıştı. "Geçti, sadece bir rüyaydı," dedi, yumuşak bir sesle. "Buradayım, yanındayım."

Ancak Saliha, Hande'nin sarılışında bile rahatlayamadı. Rüyanın etkisi hâlâ zihninde yankılanıyordu. İçindeki karışıklık ve korku, Hande'nin yakınlığını dahi kabullenemeyecek kadar büyüktü. Aniden Hande'yi itti, "Hayır, Hande... Lütfen, şimdi olmaz," diye mırıldandı, sesi çatallı ve kırılgandı.

Sızı /HansalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin