Gece yarısı Saliha, böbreğindeki ağrının etkisiyle uykusundan uyandı. İlaçların etkisi azalmıştı, ama acı tam olarak geçmemişti. Kuruyan boğazıyla zorlanarak yataktan kalktı ve mutfağa doğru ilerledi. Ayakları yere ağır ağır basıyordu; her adımda bedeninin yorgunluğu daha da belirginleşiyordu. Mutfakta, tezgâhın üzerindeki su şişesine uzandı, ama elleri hala hafifçe titriyordu. Şişeyi kavrayıp ağzına götürdü, soğuk suyu içtiğinde biraz rahatladığını hissetti. Fakat bu rahatlama uzun sürmedi.
Birden aklına Sirius geldi. Hemen mutfağın yanında duran köpeğinin yemek kabına bakmak için eğildiğinde, kabın boş olduğunu fark etti. Saliha'nın içi burkuldu; acıdan ve yorgunluktan Sirius'a yemek vermeyi unuttuğunu anladı. Kendini toparlamaya çalışarak dolaptan köpeği için mama çıkardı ve yemek kabına doldurdu. Sirius, büyük kahverengi gözleriyle sahibine baktı, sanki Saliha'nın nasıl hissettiğini anlıyormuş gibi. Saliha, Sirius'un başını okşayarak özür diler gibi fısıldadı,
"Özür dilerim, seni ihmal ettim."
Köpeğinin başını okşarken, içinde bir dalga gibi yükselen suçluluk duygusu vardı. Onu yalnız bıraktığı için kendine kızıyordu, ama vücudundaki ağrı bu kızgınlığı iyice bastırıyordu. Sirius, mamasını yavaşça yemeye başladığında, Saliha da mutfak tezgâhına dayanarak derin bir nefes aldı. Böbreklerindeki ağrı dayanılmaz hale gelmişti. Kendini toparlaması gerektiğini biliyordu, çünkü bu ağrının geçmeyeceğini anlamıştı. Yavaşça odasına geri dönüp üstüne kalın bir hırka geçirdi, ayakkabılarını giydi ve çantasını aldı. Hastaneye gitmek zorundaydı, başka bir çözümü yoktu. Sirius'a kısa bir bakış attı, kapıyı kilitleyip yavaş adımlarla apartmandan dışarı çıktı.
Hastaneye vardığında, acile gidip kendini zor da olsa kaydettirdi. Koltuklardan birine oturduğunda gözleri kapanmaya başladı, ağrıdan ve yorgunluktan tükenmiş haldeydi. Bir hemşire gelip onu muayene odasına aldı, ardından gerekli testler yapıldı. Ancak Saliha'nın ağrıları sabaha kadar dinmedi. Saatler boyunca hastane yatağında kıvranırken, bir yandan da düşünceleri Hande'ye kaydı.
Sabaha karşı, Saliha artık bitkin haldeyken, takım arkadaşı Maja hastaneye geldi. Maja, Saliha'yı bu halde görünce endişelendi ve hemen ona yardımcı oldu. Saliha, Maja'nın yardımıyla doğruldu ve yavaşça ayağa kalktı.
"Seni eve götüreceğim, dinlenmen lazım,"
Saliha sadece başını sallayabildi, konuşacak gücü bile yoktu. Maja, onu arabasına kadar götürdü ve yol boyunca Saliha başını cama dayayarak uyudu. Göz kapakları ağırlaşmış, zihni tamamen kapanmıştı. Maja, arabanın sessizliğinde, arkadaşının derin nefes alışlarını dinleyerek onu eve doğru götürdü. Saliha, uyandığında hala yorgun hissediyordu ama en azından yanında birinin olmasının verdiği rahatlıkla gözlerini tekrar kapadı.
Eve vardıklarında, Maja, Saliha'ya yardımcı olarak onu kolundan tuttu ve kanepeye uzanmasına yardım etti. Saliha'nın vücudu yorgunluktan bitkin düşmüştü, ama zihni hala uyanıktı. Gözlerini tavana diktiğinde, birden Elif'i aramadığını hatırladı. İçine bir sıkıntı çöktü ve eli hemen telefona gitti. Maja, Saliha'nın bu halini fark etti ve hafifçe iç geçirdi.
"Her gün arıyorsun," dedi sitemle,"Annenler dışında ne Elif açıyor telefonunu, ne de İlkin. Onlar sana ulaşmak istemiyor belli ki."
Saliha, arkadaşının söylediklerini duymazdan gelerek telefonun ekranına baktı ve tekrar Elif'i aramaya başladı. Telefon birkaç kez çaldı, ama sonuç yine aynıydı; Elif telefonu açmadı. Saliha'nın gözlerinde beliren hayal kırıklığını fark eden Maja, Saliha'nın elinden telefonu nazikçe aldı.
"Yeter artık, Saliha," dedi Maja kararlı bir sesle. "Kendini bu kadar yıpratma. Zaten hem tedavi hem buradaki voleybol zor gidiyor. Onlara da bir şey söylemiyorsun."