Gördüğü manzara karşısında şok oldu. Hande ve Zehra'nın bu hali, içindeki öfkeyi alevlendirdi. Elif, ne olduğunu sormadan Hande'ye doğru öfkeyle yürüdü."
Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun?" diye patladı Elif, sesinde öfke ve hayal kırıklığı vardı. "Saliha yok ve sen... Sen burada böyle mi yaşıyorsun? Onu bu kadar çabuk mu unuttun?"
Hande, Elif'in sözleri karşısında donup kaldı. İçindeki acı, birdenbire öfkeye dönüştü ama konuşacak kelimeleri bulamıyordu.
"Elif, bu adil değil," diye araya girdi Zehra, Elif'in üzerine yürüyerek.
"Hande'nin yaşadıklarını bilmiyorsun, nasıl bu kadar acımasız olabilirsin?"
Elif, Zehra'nın savunmasını duyunca daha da hiddetlendi.
"Sen karışma Zehra! Bu seni ilgilendirmez. Saliha'yı belki yanlış yaptı , ama Hande'nin bu tavrı...!" diye bağırdı, öfkesi her kelimesine yansıyordu.
Zehra, Elif'in bu sert tepkisi karşısında sessiz kalmadı.
"Hande'yi anlamaya çalışmıyorsun. "dedi, sesi titremeye başlasa da geri adım atmıyordu.
Hande, iki kadının arasında kalan bu kavgayı izlerken, boğuluyormuş gibi hissetti. Hande, evin içinde gidip gelirken zihninde yankılanan Elif'in sert sözlerini bir türlü susturamıyordu. Elif'in bakışları, sesinin keskinliği, Hande'nin üzerine düşen birer ağırlık gibiydi. Elif, bir an bile geri adım atmadan Hande'yi sorgulamış, Saliha'yı nasıl bu kadar çabuk unutabildiğini sert bir şekilde yüzüne vurmuştu.
O an, Elif'in sesindeki kırgınlık ve öfke Hande'nin içinde bir şeyleri tetiklemişti. Saliha'nın yokluğu, her gün onu biraz daha yıpratırken, Elif'in bu suçlamaları onu iyice köşeye sıkıştırmıştı. Hande, derin bir nefes aldı ve Elif'e döndü. Gözleri karanlıktı, öfkesi neredeyse taşacak gibiydi.
"Elif," dedi, sesi titrek ama kararlıydı, "Ben Saliha'yı unutmadım. Asla unutamam. Ama onun acısıyla nasıl baş edeceğimi de bilmiyorum."
Elif, Hande'nin sözlerine karşı daha da öfkelendi. "Unutamadığını mı söylüyorsun? Peki, o zaman neden kendini bu kadar kaybettin?"
Hande, Elif'in bu suçlamaları karşısında bir adım geri çekildi. Kalbi hızlı atıyordu, göğsünde bir ağırlık hissediyordu. Elif'in acısını anlıyordu, ama onun bu kadar sert olmasını kaldıramıyordu. Tam bu sırada, Zehra araya girdi.
"Elif, yeter artık!" diye patladı Zehra, Hande'yi savunmaya çalışarak.
"Hande de acı çekiyor. Bu şekilde üzerine gitmek hiçbirimize iyi gelmeyecek."
Elif, Zehra'ya dönerek gözlerini kısarak baktı. "
Sen ne biliyorsun, Zehra!" diye hiddetle bağırdı. "Senin burada olman bile hata!"
Bu sözler Zehra'yı derinden yaraladı, ama yine de duruşunu bozmadan devam etti.
"Ben sadece Hande'yi savunmaya çalışıyorum. Bu şekilde ona yüklenmek hiçbirimize bir şey kazandırmayacak."
Hande, Elif ve Zehra'nın arasında kalmış, içindeki öfke ve çaresizlikle baş edemiyordu. İkisinin de birbirine olan öfkesini izlemek, onun acısını daha da derinleştiriyordu. Sonunda, bu çekişmeye daha fazla dayanamayarak, hızlı adımlarla dışarı çıktı.
Kapıyı sertçe kapatıp derin bir nefes aldı. Gökyüzüne bakarken, nefes alamadığını hissetti. Kalbi hızla çarpıyordu, sanki göğsüne bir taş oturmuş gibiydi. Gökyüzündeki bulutlar hızla hareket ederken, Hande kendini daha da kaybolmuş hissediyordu. Derin nefes almaya çalıştı, ama her nefes alışında içindeki boşluk daha da büyüyordu.
***
O sırada, Polonya'da, Saliha, maçın yorgunluğunu üzerindeki terle birlikte taşırken, zihni Hande'yle doluydu. Maç sırasında bile zihni dağınıktı; bir an bile Hande'nin varlığı zihninden çıkmamıştı. Böbreklerindeki ağrı giderek artmış, ama bu fiziksel acı bile Hande'yi düşünmesine engel olamamıştı.
Maçın ardından takım arkadaşları, dışarıda biraz eğlenmeyi önerdiler. Ancak Saliha, gözlerinde biriken yorgunluğu ve içinde büyüyen sıkıntıyı onlara belli etmemeye çalışarak, teklifi reddetti. "Bu gece değil, çocuklar," dedi, sesi hafifçe titriyordu. "Biraz dinlenmem lazım."
Arabaya bindiğinde, göğsünde bir sıkıntı hissetti. İçini kaplayan huzursuzluk, zihnindeki düşüncelerle birleşince nefes alması zorlaşmıştı. Yolda ilerlerken, Hande'nin yüzü sürekli aklında beliriyordu. Onu ne kadar özlediğini, sesini duymak istediğini düşünüyordu. Ama aralarındaki mesafe, her geçen gün biraz daha büyüyordu.
Birden, daha fazla devam edemeyeceğini anladı ve arabasını kenara çekti. Ellerinin titrediğini fark etti. Nefesi sıkışıyor, sanki dünya onun etrafında dönüyordu. Kendini arabadan dışarı attı ve derin nefesler almaya çalıştı. Başını kaldırıp gökyüzüne baktığında, gözleri doldu.
Hande'nin de şu an aynı gökyüzüne bakıp bakmadığını merak etti. Onun da kalbinin bu kadar sıkışıp sıkışmadığını, nefes almakta zorlanıp zorlanmadığını düşündü. Hande, Saliha'nın her şeyiydi, ama şu an ona ulaşamayacak kadar uzaktı.
Bir süre gökyüzüne baktı, ama aradığı rahatlamayı bulamadı. Yalnızlık, acı ve özlem... Her şey bir araya gelmişti. Hande, Saliha'nın en büyük ilacıydı; Saliha da Hande'nin... Ancak birbirlerinden o kadar uzaktaydılar ki, bu gerçeği göremiyorlardı. Gökyüzüne bakarken, ikisi de aynı duygularla boğuluyordu. Ama aradıkları rahatlama, birbirlerinde saklıydı; bunu fark etmek içinse daha ne kadar kaybolacaklardı, bilmiyorlardı.
Saliha, gökyüzüne bakarak nefes almaya çalışsa da içindeki sıkıntı dinmemişti. Derin bir iç çekip, yeniden arabasına bindi. Böbreğindeki acı giderek daha da şiddetleniyor, sanki vücudunun her yerine yayılıyordu. Yorgunluktan gözleri kapanmak üzereydi, ama bir an önce eve varmak zorundaydı.
Yol boyunca düşünceleri, sıkışan nefesi ve artan ağrıları arasında kayboldu. Arabasını apartmanın önüne zor da olsa park edip, güçlükle aşağı indi. Her adımda böbreğindeki acı daha da derinleşiyor, vücuduna bıçak gibi saplanıyordu. Binaya girip asansöre doğru ilerlerken elleri titremeye başladı. Evine vardığında anahtarı kapının kilidine sokmak bile ona bir işkence gibi geldi. Kapıyı açar açmaz, içeri adım attı ve kapıyı ardından zorla kapattı.
İlk işi ilaçlarını aramak oldu. Mutfak dolabına doğru yöneldi, ama acı o kadar yoğundu ki adımlarını atmak bile zorlaşıyordu. Dolabın kapağını açtığında, elleri iyice titremeye başlamıştı. İlaç kutusunu bulup açmaya çalıştı ama kutu elinden kaydı ve yere düştü. İlaçlar her yana dağıldı. Gözleri doldu, ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Yere çömeldi ve dağılan ilaçları titreyen elleriyle toplamaya başladı.
İlaçları toplarken her bir hareketi ona işkence gibi geldi. Nihayet bir iki hapı avucunda toplamayı başardı ve güçlükle yerden kalktı. Su şişesini bulmak için mutfağa doğru yöneldi ama adımları artık iyice ağırlaşmıştı. Nihayet suyu bulup bir yudum aldı ve ilaçları zorlukla yuttu. Her yudumda acı biraz daha katlanılmaz hale geliyordu.
İlaçları içtikten sonra adeta kendini zorla salona attı ve kanepenin üzerine bıraktı. Gövdesi ağır, yorgun ve bitkindi. Kanepenin üzerine uzanırken, gözlerinden bir damla yaş süzüldü. Nefesi hala tam olarak düzene girmemişti, ama en azından ilaçların etkisini göstermesini umarak gözlerini kapattı. Kendi bedenine hapsolmuş bu acıyla tek başına mücadele etmek zorunda kalmak, onu iyice zayıflatmıştı. Kanepenin yumuşaklığına gömülürken, Hande'yi düşündü. Onun varlığı belki de şu an ihtiyacı olan tek şeydi. Ama Hande, ona çok uzaklardaydı...