Saliha antrenman sonunda sağlık ekipleriyle tekrar konuştuktan sonra evine doğru gitti. Hâlâ ağrısı vardı, kendi kendine söyleniyordu: "Böyle değmeyecek insanlar için bu kadar içmeye ne gerek vardı" Saliha eve gelir gelmez kendini yatağa bıraktı ve çok geçmeden uyuyakalmıştı.
Kapkaranlık bir odadaydı, çocukluğundaki oda kokusu bile burnuna gelmişti. Ama şimdi çocuk değildi, şu anki haliyle oradaydı. Kapının arkasından sesler duymuştu: "Tamamdır, o iş bizde, onu biz bitireceğiz." Saliha sesi tanıyordu ama bir türlü kim olduğunu bulamıyordu. Kapı birden açıldı ve içeri elinde bir kız çocuğuyla bir adam girdi. Kız çocuğu baygındı diye düşündü Saliha, çünkü adam onu kucağında taşıyordu. Saliha bunları düşünürken adam, kızı Saliha'nın önüne attı. Saliha çocuğu görür görmez kendini duvara doğru çekti. Bu kendisiydi, onun çocukluğuydu. Adam konuşmaya başladı: "Benim kızım öldü, onu sen öldürdün." Sürekli aynı şeyleri tekrar ediyordu, sesi bir yükselip bir alçalıyordu. Saliha çocukluğuna elini uzattığında her yer kanla kaplanmaya başlamıştı.
Saliha bağırarak uyandı; gördüklerinin hepsi iğrenç bir kabustu. Böbreği çok kötü ağrıyordu ve üşüyordu. Gördüğü kâbusun ateşinin sebebi olduğunu düşündü. Yataktan çıkıp hem ilaçlarını içmesi gerekiyordu hem de ateşine bakması lazımdı. Saliha birden ağlamaya başladı. O kadar yorulmuştu ki bu durumdan, her şeyle kendisi baş etmekten, kendi kendine yetmekten şu an birisinin sevgisine, merhametine ihtiyacı vardı ama yanında kimsesi yoktu, tıpkı çocukken olmadığı gibi.
Saliha biraz olsun kendinde güç bularak ayağa kalktı. Ama yürümekte zorlanıyordu; antrenmanda oradan oraya zıplayan Saliha yoktu şimdi, böbreği öyle bir kasılmıştı ki ayağını bile hareket ettirmesi zor oluyordu. Saliha önce ateşine baktı; ateşi 39'du, "O kadar kötü değil," diye düşündü. Önce ateş düşürücü, ardından da diğer ilaçlarını içti.
Bu sefer yatağına değil, içerdeki koltuğa yattı. Yatarken de birkaç buz torbası alıp birini böbreğinin üstüne, diğerlerini de vücudunun bazı yerlerine koydu. Saliha titriyordu, ama buna mecburdu; kendini telkin ediyordu: "Geçecek, geçecek..." Küçükken yaptığı gibi en sevdiği çizgi film karakterlerini sayıyordu: "Tom, Jerry, Shaggy, Fred, Scooby Doo, Sünger Bob..."
Yine uykuya dalmıştı Saliha. Karşıdan bakan biri ne kadar huzurlu uyuduğunu söyleyebilirdi ama Saliha yine aynı rüyayı görüyordu. Bu sefer de bağırarak uyandı. Rüyasında duyduğu ses, kapısının zili olduğunu ard arda çalan sesten sonra fark etmişti.
Saliha koltuktan zorla kalkıp kapıya doğru gitti. Kapıyı hiç kim o diye sormadan açmıştı. Karşısında kocaman bir papatya buketi vardı. Saliha ses veremeyince, papatya buketini indiren kişi Hande'ydi.
Kapıyı kapatmak için hamle yaptı ama Saliha yavaş kalmıştı. Hande son anda elini kapıya koymuştu; biraz daha hızlı kapatsaydı, Hande'nin parmaklarını kıracaktı. Saliha birden Hande'ye bağırmaya başladı
"Ne yaptığını sanıyorsun sen? Eğer hızlı kapatsaydım şimdi kırılmıştı!"
Hande onun bu telaşlanan haline gülmüştü. Hâlâ onu seviyordu diye düşünmüştü.
"Hak etmedim mi?" diye sordu Hande.
"Hak ettin ama bunu yapacak değilim, Hande. Cani bir insan değilim ben," dedi.
Saliha ve birden dengesini kaybetti; zaten bacağının üstünde zor duruyordu. Ağrıdan Hande, elindeki çiçekleri yere atıp Saliha'yı belinden tuttu
"İyi misin?"
"Daha iyiydim," dedi Saliha, Hande'nin elinden kurtularak. Hande, Saliha'nın dediği ile daha da üzülmüştü.
Ardından kendini tekrar kapıya yasladı ama dengede duramıyordu. Az önceki titremesi yine gelmişti, çok üşüyordu. Hande tekrar Saliha'ya doğru adımladı. Elini Saliha'nın alnına, ardından boynuna koydu. Saliha, değen soğuk elle daha da üşümeye başlamıştı.
"Ateşin var senin."
"Var, ve bugün dediğim şeyi yine tekrarlıyorum, bu seni ilgilendirmez," dedi Saliha.
Hande, sevdiği kadının acı çektiğinin farkındaydı; hâlâ bacağının üstüne tam basmıyordu, tüm ağırlığı kapıya vermişti. Hande kararlı bir sesle,
"Hayır, ilgilendirir, ilaç—" dedi ama Saliha Hande'nin sözünü kesti.
"Neden geldin? Eğer özür içinse, sana her şeyi söylediğimi düşünüyorum, Hande." Nunları söylerken sesi bile titriyordu. Hande endişelense de Saliha'ya bir açıklama yapmazsa olmayacağını anlamıştı.
"Hayır, özür için gelmedim, özrü yok yaptığımın. Seni merak ettim, iyi ki de gelmişim. Bayağı hastasın sen."
"Değilim, Hande, git," dedi Saliha ve tekrar kapıyı kapatmaya çalıştı. Ama kapıyı itmesiyle dengesi bozulmuştu. Hande dayanamadı. Bu haline, Saliha'nın belinden tuttuğu gibi onu içeri taşıdı, koltuğa yatırdı. Saliha itiraz etse de ateşinin yükseldiği çok belliydi. Sesi bile boğuk, kısık çıkmaya başlamıştı, bilinci de zayıflamıştı.
Hande masanın üstünde gördüğü ateş ölçeri aldı. Sevdiği kadının alnını önce öpmek istese de Saliha'nın buna şu halde bile izin vermeyeceğini biliyordu, yapamazdı ona bunu, hakkı da yoktu. Ateş ölçeri alnına dayadı. Ateşi 40 olduğunu görünce Hande'nin eli ayağına dolaştı.
Tek bildiği şeyi, daha doğrusu dizilerden filmlerden gördüğü şeyi yapmak için Saliha'yı yavaşça kaldırdı. Kendi Saliha'nın kolunun altına soktu bir eliyle de belinden tutup Saliha'yı yavaşça yürütmeye başladı.
"Senden nefret ediyorum baladın."
Hande duyduğu şeyle bir anlığına durmuştu, daha sonra tekrardan yürütmeye devam etti Saliha'yı.
"Bu gamzenden, boynundaki o izden, gülünce ya da bağırınca alnında çıkan o damardan hepsinden nefret ediyorum... Seni sevdiğim için kendimden de nefret ediyorum."
Hande onun şu an kendinde olmadığının farkındaydı ama dedikleri onu üzüyordu. Nihayet banyoya gelmişlerdi. Hande Saliha'yı küvetin içine koydu. Eline duş başlığını alıp titreyen kadının üstüne ılık suyu gezdirmeye başladı. Hande için ılık olan su, Saliha için buz gibiydi ve her değen suyla daha da titriyordu. Saliha kısık ve yorgun bir sesle,
"Neden elimi tutmadın, neden beni bıraktın?" Hande bir şey diyemiyordu.
"Annem de... babam da... çocukken elimi bıraktılar, ben o gün öyle kayboldum..." Saliha kelimelerinin arasında nefesler veriyordu.
"Şimdi de sen elimi bıraktın, ben yine kayboldum... Korkuyorum Hande, yine kaybolmaktan, karanlıkta kalmaktan korkuyorum."
Hande'nin içi parçalanıyordu. Saliha'ya yaklaşıp,
"Özür dilerim, çok özür dilerim, ben tam bir aptalım, sana hepsini unutturacağım, sana söz-"
Saliha Hande'nin sözünü kesti,
"Söz verme baladın, tutamıyorsun, sonra yine ben üzülürüm, söz verme."
***
Söz senet bizde gece bölümü herkese iyi geceler bizim ballar her koşulda beraberler.