"Yoksa bu bebek..." Kuzey cümlesinin devamını getirmedi. Şaşkınlıkla bana ve Han'a baktı. Ne ben ne de Han konuştu. Anlamıştı, farkındaydık. Ama ulu orta söylemeye üçümüzünde dili varmadı. Sessiz kalıp bir süre sadece birbirimize baktık. Sessizliği ilk bozan ise yine Kuzey olmuştu. Üzerindeki şaşkınlığı kısa sürede atıp telaşa kapılmış gibi etrafa baktı. "Bizimkiler geliyor, başka kimse fark etmesin. Zeren hasta gibi davran," diye beni uyardıktan sonra önümde diz çökmüş Han'ı ayağa kaldırdı. Han'ı kendine çevirip ellerini omuzlarına koydu, dostça omuzlarını sıvazladı. "Daha fazla oyalanmadan hastaneye gidin. Yara kapanmış olsa da kurşun hala içeride. Ben burayı hallederim. Herkese kurşunun sıyırdığını söylerim. Sonra da o şerefsizin peşine düşerim. Sen hiçbir şeyi düşünme. Sadece ikisini düşün, onlarla ilgilen." Kuzey, Han'ı kendine çekip sıkı sıkı sarıldıktan sonra onu serbest bırakıp arkasını döndü. Koşar adımlarla bize doğru gelen Mert, Selin, Kerem ve İnci'ye doğru ilerledi.
"Kuzey," diye seslendi arkasından Han.
Kuzey kafasını çevirip Han'a baktı. Ne diyeceğini hemen anlamış ve "Asla," demişti.
Açık açık dile getirmemiş olsalar da anlamıştım. Kuzey'den şüphem yoktu, asla isteyerek söylemezdi. Ama bir şekilde konuşturacaklarından korkmuştum. İçim bu konuda asla rahat değildi. Ancak bir şey demedim, sessiz kaldım.
Kuzey uzaklaşırken Han hemen üzerime eğilip, üzerime örttüğü ceketini bana giydirdi. Sonra bir şey demeden, sadece beni öpüp geri çekildi. Kapıyı hızla kapatıp kendi tarafına koştu. O sırada ben de tamamen arkama yaslanıp gözlerimi kapattım. Acı çekiyormuş gibi davranamamaktan korktuğum için baygınmış gibi davranmak daha çok işime gelmişti.
Han elimi tutup arabayı çalıştırdığında dahi gözlerimi açmadım. Şehirden ne zaman çıkmıştık, ne zamandır gözlerim kapalıydı bilmiyorum ama gözlerimi açtığımda çoktan merkezden çıkmıştık.
Kafamın içi bomboştu. Ne hissedeceğimi dahi bilememiştim. Sadece kafamı çevirip bir süre Han'ı izlemiştim. Onunda bakışları düzdü, onun ne hissettiğini de anlayamamıştım.
"Ne hissediyorsun?" diye sordum, oldukça yumuşak bir ses tonuyla. Hamile olduğumu böyle öğrenmeyi ve onun böyle öğrenmesini istemezdim. Sevinecek zamanımız bile olmamıştı.
Arabanın hızını sanki çok yavaşmış gibi biraz daha arttırıp bana bakmıştı. Kısa bir bakışmaydı, sonra hemen geri önüne dönmüştü.
"Suçlu," dedi.
"Neden?"
"Benimle mutlu hiçbir anın yok. Kendimle beraber seni de felakete sürüklüyorum. Keşke o gün hiç yaralanmasaydım, sen de hiç yanıma gelmiş olmasaydın... Bensiz daha mutlu bir hayatın olurdu. Ben seni mutlu edemiyorum." Konuşurken asla dönüp bana bakmamıştı. Sesi güçsüzdü. Yüz ifadesi düz olsa da sesinden üzgün olduğu belli oluyordu.
El ele tutuştuğumuz ellerimizin üzerine diğer elimi de koydum. Canım acımıyordu ama birden üzerime bir ağırlık çökmüş, yorgun gibiydim.
"Ben, senin yanında mutluyum Han."
"Hayır, değilsin. Normal biri gibi davranabildiğimiz bir günümüz bile yok. Sıradan, sorunsuz, güvenli hayatını mahvettim. Sana mühürlendiğimden beri başına gelmeyen kalmadı. Kendi şehrimizde bile peşinde korumalar ile gezmek zorundasın. Başına açtığım şeyler yetmezmiş gibi bir de beyaz kurda hamile bıraktım seni. Üstelik bu yaşta çocuk sahibi olmak istememene rağmen. Başından beri yaptığım her şey benim bencilliğimdi. Hiç senin altından kalkıp kalkamayacağını düşünmedim. Her şeyi hallederim sandım ama beceremiyorum. Bugün ölebilirdin, ya da bebeğimiz ölebilirdi. Hissetmedim bile. Ne o herifi ne de ateş ettiğini, sen yere düşene kadar fark etmedim. Ben seni koruyamıyorum. Bu bebeği de koruyamayacağım. Ve sonunda yine sana acı çektireceğim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NARYA
WerewolfSavaş nedeniyle başka evrene gönderilen elli genç. Bu evrende hiç beklemedikleri bir türle karşı karşıya kalmak durumda kalırlarsa, ne olur? Kurtadamlarla dolu bir evrene...