Gözlerimi açtığımda sabah güneşi pencereden içeri süzülüyordu.
Yatakta hafifçe sağa döndüğümde Han'ın aldığı çiçekle göz göze geldim. Çiçeği görmek beni istemsizce gülümsetmişti. Hala en sevdiğim çiçeğin ne olduğunu, nereden bildiğini düşünüyordum.
Düşüncelerimi ve çiçekteki bakışlarımı bölen kapının tıklanması olmuştu. Yavaşça yerimden doğrulurken Çağla'ya baktım. Hala uyuyordu. Kapıyı açmak için yataktan kalktım. Çağla uyuduğu için, kim olduğunu bilmediğim birini odaya davet etmek istememiştim.
Kapıyı açtığımda tanıdık yüzle karşı karşıya kaldım. "Günaydın Zeren hanım," dedi Oğuz. Yüzünde samimi bir gülümseme, elinde bir tepsiyle karşımda dikiliyordu.
"Günaydın Oğuz bey," dedim tek kaşımı kaldırarak.
Elindeki tepsiyi bana uzattı. "Size kahvaltı getirdim."
"Ne zamandan beri kahvaltıyı kapıya kadar getiriyorsunuz?" Kapıya tamamen yaslayarak alayla sordum. Kimin gönderdiğini gayet iyi biliyordum.
"Sadece size özel," dedi sırıtmaya devam ederek.
"İstemez." Kapıyı kapacakken, kapının arasına ayağına koyarak kapatmama engel oldu. "Çek ayağını."
"Bir dakika Zeren hanım," dedi. Elinde tuttuğu tepsiyi tek eline aldı, diğer eliyle de kapıyı itti. Çağla uyuduğu için çok açmadığım kapıyı tamamen açtı. Her ne kadar engel olmaya çalışsam da gücüm yetmemişti.
"Ne yapıyorsun sen? Kadınlara ait bir odaya böyle giremezsin!" diye bağırsam da onun pek umrunda olmamıştı. Kapının önünde odaya bakıp gülmüş, sonra elindeki tepsiyi yere bırakmıştı.
"Özür dilerim efendim," dedi ama gülüyordu. İçten bir özür dileme değildi bu.
"Al tepsini ve def ol."
"Afiyet olsun," dedi yine beni umursamayarak. Daha sonra hemen kapının ordan uzaklaşmıştı. Ama ben bu numarayı bir kere yerdim. Meyve sepetini de yere bırakıp kaçmıştı.
Yerdeki tepsiyi kapının dışına koyup, bana bakan Oğuz'a onun gibi sırıtarak kapıyı yüzüne kapattım. Çiçeği sırf çok güzel olduğu için kabul etmiştim. Kabul ettiğim ilk ve son şey o olacaktı. Bu konuda kararlı tavrımı bozmayacaktım.
"Ne oluyor?" Çağla uykulu sesiyle sordu. Oğuz yüzünden kızı da uyandırmıştık. "Oğuz mu geldi yine?"
"Maalesef..." Yavaşça yatağıma geçip oturdum. Bunu yaparken bir yandan da saçlarımı toplamaya çalışıyordum.
"Bu sefer ne getirmiş?" Çağla yataktan oturur pozisyonuna geldi.
"Kahvaltı," dedim umursamaz bir tavırla.
"Kabul etmedin mi?"
"Hayır."
"Çocuk senin için çabalıyor, bu kadar sert olma." Önüne gelen sarı saçlarını geriye itti.
"Sanırım şu cadı olayını söylemeliyim. Başka türlü peşimi bırakmayacak gibi duruyor," diye fısıldadım.
"Söyleme, kalbini kırma."
"Böyle de daha çok bağlanıyor. İlk günler uzak durmaya çalışıyordu. Şimdi yakınlaşmaya çalışıyor. Ben buradan gittikten sonra daha çok kalbi kırılacak." Derin bir nefes aldım. Kimse kırılsın istemiyordum. Ama onun istediği şeyi de veremezdim. Zamanı geldiğinde buradan gidecek, bir daha da asla dönmeyecektim. O zaman acı mı çekecekti? Yoksa ölecek miydi?
"Mührün bozulacağına inanıyor musun?"
"Bilmiyorum..." dedim düşünceli bir şekilde. Bir yanım inanmıyor ama bir yanım belki gerçektir diyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NARYA
Hombres LoboSavaş nedeniyle başka evrene gönderilen elli genç. Bu evrende hiç beklemedikleri bir türle karşı karşıya kalmak durumda kalırlarsa, ne olur? Kurtadamlarla dolu bir evrene...