giriş

8.8K 381 157
                                    

  30 metrekare, küçük bir dükkan, duvarları boydan boya kitaplık ve tam anlamıyla adım atacak yer yok. İkinci el kitaplar satan bir sahaf burası. Karaköy'ün göbeğinde, temiz camları ve vintage tabelasıyla bu zamana ait olmadığını düşünmek epey mümkün. İçerisi biraz havasız, kitapların tozlarını alarak yeniden raflara yerleştirmekte olan kız da bu toz bulutunun içeriyi boğduğunun farkında değil. Sadece Kirya Eleni'nin ona verdiği işi aceleyle bitirmekle ilgileniyor.

  Barış Alper, bin yıl geçse adım atmayacağı bu kitapçıya hoş bir sebeple geldi. 2 gün sonra doğum gününu kutlayacakları takım arkadaşı Kerem'e seçtiği hediye, arkadaşının en sevdiği fantastik çocuk romanının Türkiye'deki ilk baskısını bulmaktı. Ama öyle kolay da değildi. 30bin lirayı gözden çıkarmasınra rağmen internette dahi bulamamıştı bu kitabın ilk baskısını. Kerem'in kız arkadaşıyla istişareleri sonucu sahaf gezmeye karar vermiş, onda da çoğu zaman eli boş dönmüş ama en sonuncu sahaf ona kitabı bulabileceği bir adres bırakmıştı. Şimdi bu kasvetli dükkanda, arkası dönük kitap raflarını yerleştiren kız dışında kimse yoktu ve belli ki bu ufak tefek kıza sormak mecburiyetindeydi.

"Kolay gelsin." Dedi kısık bir sesle. Tanınmamak için yüzündeki maskeyi biraz daha burnunun üstüne çekiştirdi. Şapkasını da olabildiğince indirdi. Oysa zaten kızın arkasını dönüp baktığı bile yoktu.

"Hemen ilgileniyorum." Dedi Bilge, Kayıp Zamanın İzinde serisinin son kitabını da yerleştirdikten sonra ayaklandı, işine ara verdi. Gelen müsteriyle ilgilenmek için iki adım attı, kapı ağzına vardı. "Buyrun." Tüm yorgunluğuna rağmen gülümsemeye çalıştı.

  Barış Alper'in şapkanın kenarından kaçan saçları ve spesifik gözleri onu ele vermişti. Ama kız, yine de, rahatsız olmaması için adamı tanımamazlıktan geldi. Düşünmeden edemedi, bu futbolcunun kitapla tam olarak ne işi vardı?

"Felsefe Taşının ilk baskısını arıyorum. Burada olabileceğini söylediler de." Bilge kaşlarını çattı.

"Yani elimizde bir tane vardı aslında. Ama bulmak gerekir." Duvarları boydan boya kaplayan kitap yığınlarına baktı. Yerdeki hala yerleştirilmeyi bekleyen tepeciklere. Tamam, buradaydı da, neredeydi? "Vaktiniz varsa siz oturun, ben bakınayım." Pek de sağlam durmayan bir merdiveni kucaklayıp dükkanın sonundaki köşeye götürmeye yeltendi. Bu köşe kimse tarafından görülemeyen, basık tavanlı, garip bir inziva yeri gibi dursa da aslında sadece değerli kitapları istfiledikleri bir başka raftı.

  Aslında Barış Alper'in kızın dediğini yaparak sadece onun kitabı bulmasını beklemesi gerekiyordu ama ince bilekleriyle o merdiveni kucaklamaya çalıştığında öne atıldı. "Ben taşıyayım." Dedi. Görünenden daha ağır olan merdiveni kızın yönlendirmesiyle kör noktaya taşıdı. Açtı, yerleştirdi. Bilge ona bir teşekkür mırıldandıktan sonra tırmanmaya başladı.

"Buralardaydı. Daha geçen düzenledim." Kendi kendine söyleniyordu. Barış Alper güldü. Düzenlenmiş hali buysa dağınık halini hayal bile edemiyordu.

  Bilge, hızlı bir göz gezdirmenin ardından buldu sonunda aradığını. Ne yazık ki merdiveni yerleştirdiği noktanın epey uzağında, tam köşedeydi. Bir eliyle raftan destek almaya çalışıp uzanırken merdivenin dengesiz ayağına yük bindi. Belki kendini bırakıp öne doğru merdivenle birlikte düşse her şey daha iyi olacaktı ama o bedenini geriye yasladı ve epey sert bir şekilde, yerdeki kitap tepeceğinin üstüne düştü. Belindeki keskin ağrıyla inledi. Barış Alper kızı tutmak bir yana düşen merdivene elini atmış ve ani hamlesiyle şapkası düşerek kimliğini ifşa etmişti.

"Hay senin gibi merdivenin ya!" Genç kız söylene söylene kalkmaya çalıştı. Aslında biraz yardım alsa fena olmazdı ama yardım beklediği adam şapkasıyla tekrar yüzünü örtmeye çalışmakla meşguldü. Sinirlendi. "Tanıdım seni, açabilirsin kıymetli yüzünü." Adama da çattıktan sonra yerden destek alıp kalkmaya çalıştı.

false god // barış alper yılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin