Mersin'deki odasının küçük yatağında cenin pozisyonunda uzanırken artık ağlamaya bile gücü yoktu. Kolunun altına sıkıştırdığı babasının hatırası, 9.yaş hediyesi oyuncak ayıyı yastık niyetine kafasının altına aldı. İstanbul'dan Mersin'e gelişi, mezarlıktaki defin işlemleri, taziyeleri kabul etmesi ve sonrasında eve dönüşü. Hiçbiri kızın hafızasında yer edememişti. Her şey o kadar hızlı cereyan etmişti ki gözünün önünde sadece birkaç spesifik görüntü vardı.
Annesinin ağlayan titrek bedeni
Açılmış bir mezar.
Sinem'in ve Yelda'nın onu tutan kolu.
Kalabalığın en arkasından hızlı adımlarla yanına ulaşan ve onu bir saniye olsun yalnız bırakmayan Barış.
Sinem onu sürüklercesine havaalanına götürdüğünde aylar sonra gördüğü adam Liverpool uçuşunu çoktan iptal etmiş ve kız kardeşiyle birlikte bu süreçte Bilge'nin yanında olmak istemişti. Kız zaten kendinde değildi. Ne Barış ile yüzleşmeye ne de onunla tartışmaya hali vardı.
Ve şimdi, definden sonra, o odasında öylece uzanırken kendisine İstanbul'dan bu yana eşlik eden arkadaşları ve eski sevgilisi de evinin salonunda annesiyle birlikte oturuyordu.
"Gitme, dedim. Bilge'nin ihtiyacı yok, o kendini idare eder zaten dedim. Ama dinlemedi. Hiç kıyamaz ona." Tekli koltukta başında siyah eşarbıyla oturan kadın kendi kendine konuşuyor gibiydi. "Kalbi iyiydi, doktor maşallahı var demişti. Ben bilir miydim böyle olacağını? Bilsem Bilge'ye söylerdim o ikna ederdi babasını. Ama ona da kıyamadım."
Barış kafasını ellerinin arasına aldı. Başı çatlıyordu, güçlü durmaya çalışıyordu ama yapamıyordu. Şimdi anlıyordu para neydi. Bal ligindeyken babasının ona yolladığı harçlıklar, Galatasaray'da aldığı milyon dolarlar değildi. Para tam olarak böyle bir şeydi. Sevdiklerine yetebilmek için 70 yaşında kalp hastası adamın çalışmasını gerektiren bir sistemdi.
Nefret ediyordu kendinden. Bilge hakkında düşündüklerinden, onu yaftaladığı şeylerden, tavrından... Onu ve Bilge'yi bu düşüncelere sürükleyen hem annesinden hem kızın annesinden.
"Ben Bilge'ye bakayım." Dedi, kalktı yerinden. Koridorun sonundaki küçük odanın kapısını tıklattı. Ses gelmedi ama yine de girdi içeri. Kızı öylece uzanırken görünce göğsü sıkıştı.
Bilge dönüp bakmadı. Hatta açık olan gözlerini adam odaya girince yumdu. Barış ilerledi yanına doğru. Yavaşça kızın arkasına uzandı. Başının altındaki ayıcığı çekip aldı, kendi kolunu uzattı. Sonra belinden tutup kızı göğsüne çekti. Yanağını yasladı. Tekrar gözlerini açan kız gibi duvara dikti bakışlarını.
"Babam beni çok severdi. Her baba sever zaten de evladını, benimki çok başka severdi. Çok gururlanırdı benimle, bir şey başarmışsam bu yokluğun içinde bile illa ki ne yapar eder hediyemi verirdi. " barış sesini çıkarmadan kızı dinlemeye devam etti. "Babamın da annemin de ailesi muhafazakar. Gelenekçiler, baskıcılar. Babam aralarında pırıl pırıl kendini yetiştirmiş. Lisede de çok başarılıymış. Ankara Hukuk kazanmış, nitekim gitmiş de. Ama benim babam çok hassas bir adam. Felsefeden, siyasetten çok iyi anlar. Yakın Türkiye tarihini adı gibi bilir. Ben de bildigim her şeyi ondan öğrendim. Gel zaman git zaman, üniversitede daha da okuyup bilinçlenince öğrenci örgütlerine katılmış. Nerede bir eylem, hop babam orada. Defalarca gözaltına alınmış. İşkence de görmüştür belki, bilmiyorum. Bana hiç anlatmadı. Hep güzel anılarını anlatırdı. Mesela 6 ay boyunca Mamak cezaevinde nasıl işkence gördüğünü anlatmaz, idamla yargılandığı mahkemeden nasıl mucizevi şekilde beraat kararı alarak çıktığını anlatır. Okulunu bitirmemiş olmasına rağmen kendi savunmasını nasıl kendi yazdığını... Böyle güzel şeyler." Gülümsedi Barış. Bilge'nin tüm cesareti ve aklını nereden aldığını şimdi çok iyi anlıyordu. "Babam kendi hayatını haksızlıklara karşı çıkmak için feda etmiş. Hapisten çıktığında okuldan atılmış, ailesi reddetmiş, beş parasız kalmış. Çok zor şartlarda iş bulmuş, bir şekilde biriktirip etmiş. Sonra köyüne dönüp çocukluk aşkını, annemi istemiş babasından. Vermemişler tabii. Onlar da kaçmış beraberce. Hep gülerek anlatırdı burayı. O Nemrut dedenin suratını keşke görseydin, derdi." Bir damla yaş sağ gözünden akıp Barış'ın koluna düştü. "Ben babamı çok seviyordum. Tüm çabam, isteğim ona iyi bir hayat vermekti. Ama şimdi olana bak. Benim yüzümden öldüğü gerçeğiyle nasıl yaşayacağım?" Ağlaması şiddetlendi.
"Bilge," Barış onu tutup kendine çevirdi. Çenesinden tuttu, ardı ardına akan gözyaşlarını sildi. "Hiçbir şey senin yüzünden değil. Sen bu hayatta bir insanın sahip olabileceği en mükemmel kız çocuğusun."
"Bırak," Bilge kurtuldu onun ellerinden. Geri çekilmedi çünkü ne gücü ne kuvveti vardı. "Böyle düşünsen beni kapının önüne koymazdın. Bana şimdi sadece acıdığın için, üzüldüğün için böyle diyorsun."
Barış bunları konuşmanın sırası olmadığını ve kızdan sağlıklı bir tepki almayacağını biliyordu. "Özür dilerim," dedi yine de. "Sana olan sevgimin arkasında duramadım, seni kırdım. Çok canını acıttım."
"Seni kullandığımı düşündün?"
"Gerizekalının tekiydim."
"Beni, sırf mutlu olayım diye aldığın evden kovdun. Konuşmak istedim, dinlemedin."
"Çok haklısın, çok çok özür dilerim. Ne desen haklısın. Yemin ederim kendimi biraz olsun haklı görmüyorum." Elini kızın saçlarına götürdü, bir tutam perçemini kulağının arkasına tıkıştırdı. "Beni affetmen için her şeyi yaparım, her şeyi."
Bir hafta önce duysa mutluluktan havaya uçacağı sözlerdi. Hiçbir şey demedi, arkasını döndü.
"Babamı defnettiğim gün seninle bunları konuşmak istemiyorum. Çık lütfen odamdan."
*****
Sınıri beklemek istemedim. Sınır bu bölüm icin geçerli olsun.