yirmidört

3.6K 338 175
                                    

Bilge tavadaki sucukları çevirirken Barış, onun arkasındaki masada sesini çıkarmadan, yüzü kıpkırmızı, konuşmaya bir gram hali yok derecesinde oturuyordu. Aslında hala midesi bulanıyordu, sucuk kokusu da ağır gelmişti, bir şeyler yiyebileceğini bile düşünmüyordu ama işte ağzını açıp bunları söyleyecek yüzu yoktu. Bulantısını bastırmasını temenni ederek limonlu çayından bir yudum aldı. Bu çayın tadı bir değişik miydi?

"Ekmek kızartim mi?" Diye sordu Bilge ona dönmeden. Hele tam bir kendine gelsin dün gecenin hesabını misliyle soracaktı.

  Koltukta burun buruna otururlarken adamın orgazm olmakla ilgili söylediği şey kızı öncelikle utandırmış ama daha sonrasında ilkel bir dürtüyle mutlu etmişti. Barış'ın onu beğendiğini söylediği ilk andı bu. Yani tamamı ile itiraf ettiği, kızın aklında soru işaretinin kalmadığı... müthiş bir an. Ama öte yandan da toparlanıp ittirmişti adamı.

"Ağzından çıkanı kulağın duymuyor. İç şu kahveni, zıbar." Barış omuzlarını düşürerek pes etmiş bir halde kahveye uzandı. Ama daha ağzına götürür götürmez midesi bulandı, öğürdü. Fincanı yere bırakarak tuvalete koştu. Klozetin kapağını açmakta geç kaldığından  midesindekilerin bir kısmını fayansa boşaltmıştı ki bu onun arkasından tuvalete giren Bilge'nin çığlığı basmasına sebep oldu.

Kız hemen tıpkı Barış gibi dizlerinin üzerine çöktü. Adam kusarken o da yüzüne el lavabosundan su çalmaya başladı. "Ne vardı bu kadar içecek? Ne vardı?" Barış kızın kulağının dibinde bağırmasıyla yüzünü buruşturdu. Anlatmıştı ya ne olduğunu!

"Kızım bağırma ya! Başım dönüyo zaten."

  10 dakikanın sonunda artık midesinde ne var ne yoksa boşaltmıştı. Ancak gömleği, pantolonu ve tuvaletteki küçük paspas kusmuk içindeydi.

"Of, kalk, çıkar üstünü." Biraz ayılmış bir halde doğruldu Barış. Gömleğini ve Bilge'nin yardımıyla pantolonunu çıkardı. Sadece iç çamaşırıyla kaldı. "Duş al, bak burada havlu var. Sonra donunu giy, benim yatağımda zıbar. Sabah bakacağız bir hal çaresine." Kucağında kusmuklu kıyafetlerle çıkıyordu ki Barış onun sırtını göğsüne yaslayarak arkadan beline sarıldı. Burnunu saçlarına daldırdı. Derin nefesler aldı. Bulantısı şimdi durmuştu.

"Çok özledim seni." Dedi kıza. Bilge bu temasla, arkasındaki sert beden ve kulağındaki erkeksi sesle titredi.

"Yıkan Barış."

Onu banyoda tek bırakıp çıkmıştı. 15 dakika sonra adam, altında sadece belinden aşağısını saran bir havluyla Bilge'nin yatağında uykuya geçmişti. Bilge söylene söylene üzerini örttü. Odadaki kombinin derecesini yükseltti, kendisi de Sinem'in odasına geçti. Sabah Barış, Bilge'nin geceden yıkadığı kıyafetlerini yoklamış, sadece iç çamaşırını kuru görünce onu giyip havluyu üstüne alarak çıkmıştı odadan. Bilge'yi kahvaltı hazırlarken bulmuştu. Şimdi bu haldelerdi.

"Yo... yok... zahmet etme." Dedi kızın kızarmış ekmek teklifine.

Gece olanları hatırlıyordu. Maalesef ki hatırlıyordu. Bu konuda hala tek kelime etmemiş olsalar bile adamın çekingen tavrından Bilge onun da hatırladığını biliyordu.

  "Ekmek ye, mideni bastırsın." Sessizlik içinde kahvaltılarını ettiler. Barış pek bir şey yiyemedi, Bilge tüm tabağını bitirdi. Artık konuşmaları gerekiyordu.

"Özür dileyecek misin artık?" Dedi kız.

  Kafa salladı Barış. "Seni çok rahatsız ettim, farkındayım."

"Sadece rahatsız etmedin, ayrıca huzursuz da ettin. Niye yapıyorsun Barış?" Sandığının aksine kız çok sakin konuşuyordu onunla. Oysa hakkı kesinlikle sağlam bir tokattı.

"Dün ne düşünüyorsam onu söyledim." Dedi adam. İnkar etmenin hiçbir mantığı yoktu artık. Cesaret etti, kafasını kaldırıp kızın gözlerine baktı. "Dürüst oldum, tıpkı senin gibi."

"Bu dürüstlük değil. Bu patavatsızlık."

"Biliyorum."

"Ben sana benimle böyle konuşman için izin vermedim. Ne hadle söyleyebiliyorsun öyle şeyler?"

"Haklısın, çok haklısın."

"Aklıma geldikçe sinirleniyorum. Sarhoşluğuna vereyim diyorum, makul gelmiyor."

"Özür dilerim ama dediğim gibi dürüsttüm."

"Ayrıca sana inanmıyorum."

"Ne?" Dedi Barış. Uyandığından beri ilk kez karşı çıktı kıza.

"Yalan söylüyorsun. Niye yapıyorsun bilmiyorum ama..."

"Yalan mı?" Alayla güldü adam. "Ne yalanı? Ben sana ne zaman yalan söylemişim?"

"İnanmıyorum."

"İnanmıyor musun? İstersen bir demo yapalım, bak bakalım ciddi miyim?"

"Düzgün konuş!" Diye parladı kız. "Ya sen değil miydin bana dünya kadar laf söyleyen, mesafe koyalım, görüşmeyelim diyen. Benim aşk itirafımdan sonra gidip Ahu'nun elinden tutan."

  Barış'ın yüzünde çarpık bir gülümseme belirdi. "Ne itirafından sonra?"

"Oyun oynama benimle."

"Tamam..." barış, kızın masanın üzerindeki elini kavradı. "Haklısın, tekrar söylüyorum, yerden göğe kadar haklısın. Ama kendimi açıklamama izin ver. Ben... korktum. Arkadaşlığımıza zarar gelir, seni kaybederim diye. Hem... Ahu vardı, biliyorsun. Kızacaksın bana ama ben kimseyi aldatabilecek bir adam değilim. Onunla hala birlikteyken senin hislerine zaten karşılık veremezdim. O an, mantıklı olan oydu, öyle gelmişti bana. Ama düşünemedim Bilge. Seni ne kadar benimsediğimi, sensiz dayanamayacağımı düşünemedim. Uzak durursak geçer sandım ama... bilmiyorum. Sen benden uzaklaştıkça ben sana çekildim sanki." Bilge ağzında bir lokma kızarmış ekmeğiyle sadece ve sadece adamı dinliyordu, hipnoz olmuştu. Bu olanlar gerçek gibi değildi. "Bana şans verir misin? En az senin kadar sana neler hissettiğimi göstermek istiyorum. En az senin kadar seni sevdiğimi göstermek istiyorum."

false god // barış alper yılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin