dört

819 203 16
                                    

  Barış'ın yatağı son derece rahat, geniş ve sıcacıktı. Yorganın altında hiç uyanmak istemezken ayaklarını birbirine sürtüp gerindi. Ne vardı ki okula gitmese? Ne olacaktı sanki? Yapmadığı sey miydi? Ama Barış, böylece bu yatakta uyumasına müsaade eder miydi? Daha doğrusu kız bunun iznini nasıl alacaktı ki zaten?

"Uyanık mısın?" Kapı tıklatıldı.

"Gel."

Barış omzunda antrenman çantasiyla girdi içeri. "Benim çıkmam lazım, bir saat kardiyom var. Sonra gelirim."

"Okula gidecektim ben de."

  Barış bastıran yağmuru, kapalı havayı işaret etti. "Valla bak bu havada seni direkt savcı falan yapmayacaklarsa okula gidilmez. Yat uzan, keyfine bak."

"Yaa..." bilge gerindi. Keyifle gülümsedi. "Bunu teklif etmeni bekliyordum."

"Hatta üzerini de değiştir. Üst kattaki misafir odasında Yelda'nın pijamaları var. Tabii o senden hem iri hem uzun ama rahat edersin. Rahatça uyu. Ben gelince kahvaltı yaparız."

"Barış... Cidden mi? Bu iyiliği yapar mısın bana?"

"Yok..." barış alay etti. "Ömrünün sonuna kadar ödeyeceksin bedelini. Hey Allahım! Hadi uykun açılmasın."

  Bilge ona bir öpücük attı uzaktan. Barış da aynı sekilde uzattı dudaklarını. Sonra kapıyı çekip çıktı.

  Bilge zar zor kalktı. Ayaklarını sürüyerek Yelda'nın odasına çıktı. Kız her an gelebilirmiş gibi hazırdı oda. Dolabın içinde epeyce kıyafet, odadaki ebeveyn banyosunda makyaj temizleme suyundan yüz yıkama jeline kadar her şey mevcuttu. Üzerini değiştirdi. Rahat polar bir pijama giydi. Yüzünü yıkadı. Sonra koşar adimlarla tekrar Barış'ın odasına indi. Yorganı kaldırıp içine gömüldü. Burnunda Barış'ın kokusuyla güzel uykusunu çekti. Öyle ki adam tam 3 saat sonra eve geri döndüğünde Bilge hala derin bir uykudaydı.

  Barış mutfağa girip kollarını sıvadı. Kendi yiyecekleri belliydi, Bilge'ye ne yapması gerekiyordu onu düşünüp duruyordu. Biraz omlet, ekmek kızartması, zeytin, peynir, çay... Daha başka? Kız ne yerdi ki başka?

  Sofrayı dolduracak bir kahvaltı hazırladığında dahi geçmedi kaygısı.

"Kaç kişi yiyecek bu kahvaltıyı?" Bilge üzerinde Yelda'nın pijamalarıyla adımladı Barış'ın yanına. Elindeki bıçağı alıp domatesleri dilimleye başladı.

"Ben ve sen?"

"Kaç gün yiyeceğiz belki?" Masaya geçtiler karşılıklı. Kızın eli hemen kızarmış ekmeğe itti. Üstüne peynir sürüp koca bir ısırık aldı. "Açlıktan ölmüşüm, haberim yok."

"Kaç saat uyudun valla takip edemedim. 13 var rahat."

"Yaa," bilge adamın böyle söylemesine üzüldü. "Ben aslında dün seni dinleyecektim. Yani muhabbet ederiz diye geldim öyle koşa koşa. Ama çok yorulmuşum. Vallahi hiç halim yoktu."

"Anladım canım yorgun olduğunu. Sen hic merak etme. Bir daha sen beni dertleşmeye çağırdığında ben de sana götümü dönüp yatacağım."

"Aşk olsun, hiç halden de anlamıyorsun. Dedim ya yorgundum diye. Okula gidiyorum sabahın körü, koştur koştye sahafa sonra. Canım çıkıyor." Kız, vişne reçelini ekmeğin üstüne sürdükten sonra iki lokmada çiğnemeden yuttu. Sonra beklemeden peynire uzandı, ardından birkaç domates attı ağzına. Acaba şu omletin tadı nasıldı? Tam oraya uzanacaktı ki Barış'ın şaşkın bakışlarını gördü. "Acıktım da biraz." Eli yavaşladı.

"Afiyet olsun canım." Barış gülse de kızın tadı kaçtı. Son zamanlarda çok yiyordu. Zaten ne zaman hava biraz soğusa böyle olurdu. Ama bu sene bir farklıydı. Pantolonları dar gelmeye başlamış, alt iç çamaşırı bedeni de 2 beden büyümüştü. Canı sıkıldıkça yiyordu.

"Alsana omletten." Barış onun kaygısını fark edip omleti bölerek kızın tabağına koydu. Bunda bir gariplik yoktu da esasında ama şaşırmıştı işte. Onun çevresindeki insanlar pek dilediği gibi kahvaltı yapamıyordu. "Aç bakalım ağzını." Çatalı uzattı kıza doğru. Bilge kafasını çevirmeye çalıştı ancak Barış burnunun ucunda gezdirip durdu.

"Lokmalarımı sayacaksan yemeyeceğim."

"Ya!" Barış çatalı kızın ağzına tıktıktan sonra gülümsedi. "Aşk olsun. Yediğinde gözüm mü var? Afiyet bal şeker olsun."

  Gözlerini kısarak baktı adama. Yine de kahvaltısına döndü.

  Dışarıda kapalı bir hava vardı. Bir anda soğuk bastırmış, kızın giydiği pijama üstüne daha sıkı sarılmasını sağlamıştı. Barış pek üşüyor gibi değildi.  Belli ki bu havalar onun için sıcak bile sayılırdı ama işte Bilge için öyle değildi. O bunaltıci güneşin ve nemiyle boğan Akdeniz'in en sıcak şehirlerinden birinde büyümüştü. Kemiklerini güneşte ısıtmaya alışıktı. Üşümekten nefret ediyor, biraz böyle bir durumla karşı karşıya kaldı mı tir tir titriyordu.

  Barış onun bu halini fark edince ayaklanıp kombinin derecesini yükseltti.

"Isınır şimdi ev."

"Nefret ediyorum soğuktan. Tüm modumu düşürüyor. Biraz üşüdüm mü Allah canımı alsa da kurtulsam falan diye düşünüyorum."

"Sen buna soğuk diyorsan işimiz var. Ben bu havada denize girerim."

"Daha neler. Montsuz dışarı çıkmam bile. Bu sabahki uyku o kadar iyi geldi ki anlatamam sana. Böyle sıcacık, yumuşacık, bir koydum kafayı deliksiz uyudum."

"Uyu paşam uyu." Dedi Barış gülerek. "Benim de antrenmanda canım çıktı. Ama neyseki birkaç gün free'yim. Şu sıcacık yatağın tadını ben çıkarayım biraz da."

  Bilge iç çekti. O yatak gerçekten güzeldi de mecbur bugün spotçudan alınmış kendi yatağına ve hala kombinin açılamadığı öğrenci evine dönecekti.

"Bugün de gitme. Yarın haftasonu zaten. Yelda'nın odasında kalırsın." Dedi Barış, arkadaşının yüzündeki gölgeyi fark edip.

"Ay yok, rahatsızlık verdim sana."

"Ne rahatsızlığı kızım, saçmalama! Hem ben yalnız kalmaktan nefret ediyorum bu evde. Duvarlarla konuşacak kıvama geldim. Nolur yani, biraz arkadaşlık etsen?"

  Barış'ın bu isteği, ısrarını da takiben kabul edildi. Kahvaltı masasını topladiktan sonra Bilge yine kahve yaptı. Ancak bu sefer iyice soğumuş olan kış bahçesine değil, derece yükseltildiği için hamama dönen, ancak Bilge'nin bala bir tık soğuk olduğunu iddia ettiği, salona geçtiler.

"Sen bir kan değerlerine baktır. Kansızlığın var kesin."

"Of! Nefret ederim hastane işlerinden. Hiç bulaşmak istemiyorum." Barış'ın verdiği battaniyeyi dizlerine çekti. Mutlulukla tekrar ayaklarını birbirine sürttü.

"Öyle olmaz! Kafana çek, rahatla."

"Çekerim ne var? Ben Akdeniz insanıyım kardeşim, böyle pusli havalar düşmanım benim."

"Ben onu bunu bilmem. Pazartesi kulağından tuttuğum gibi doktora gidiyoruz. O kan değerlerine bakılacak."

  Bilge iç çekti. Oldu olası hastanelerden, doktordan, enjektörlerden nefret ederdi. Hastalıktan yatağa düşüp süründüğü günlerde bile acile girip bir serum taktırmak ölüm gibi geliyordu ona. Bu yüzden bu fikirden hiç hoşlanmadı.

"Hava soğuk gayet. Sen normal değilsin. Utanmasan soyunacaksın." Elini Barış'ın kısa kollu tişörtüne atıp çekiştirdi.

"Tövbe, haşa!" Barış muziplikle battaniyeyi kaldırıp Bilge'nin yanında kaykıldı koltuğa. "Ama böylesi güzelmiş."

*****

Başıma gelmeyen kalmadı. Bir süre böyle olacak maalesef.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: 3 days ago ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

false god // barış alper yılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin