Barış'a hiç kıyamıyordu Bilge. Adamın kendisini günde 3 kez aramasına artık dayanamayıp en sonunda açtı telefonunu.
"Bu Berkan onu affettiğini söylüyor. Affettin mi? Ona göre konuşacağım bu itle. Yoksa muhatap olmayacağım."
Güldü Bilge. Özlemişti adamın sesini. "Affettim."
"Valla mı?"
"Valla. Konuşabilirsin. Ben müsaade ediyorum."
"Nasıl affettin hemencecik? Beni bile süründürüyorsun hala."
İç çekti kız. "İnsan sevdiğine sitem edermiş de Barış, ondan."
"Ben de seni seviyorum canım. İnsan sevdiğini de hemen affetse ne güzel olur."
"Ben sana küs değilim."
"Biliyorum, tamam. Kırgınsın. Kırgınlığın geçsin o zaman." Adamın görmeyeceğini bilmesine rağmen omuz silkti kız. "Gelip göreyim seni, kaç zaman oldu. Valla özledim Bilge. Hem..." barış da doğruldu koltuktan. "Yelda geliyor bu akşam. Bende kalacak bu sene, üniversite işleri falan. Gel, seni tanıştırayım."
"Ayağına mı çağırıyorsun bir de?"
"Tamam, dilimi siksinler. Tamam güzelim ben gelip alacağım. Geleyim mi yarım saate?"
Bilge düşündü. Herhalde bu kadar kolay affetmemeliydi adamı ama işte... O da böyle biriydi. "İyi tamam. Gel."
Barış telefonu kapatırken gülüyordu yüzü. Kendisini izleyen Berkan'a baktı. "Sana yol göründü birader. Hadi bakalım."
Güldı Berkan. "İyiyim ben kankam, keyfim yerinde. Sen bir çırpıda git gel, hemen." Çay bahçesindeki konuşmalarından beri Bilge'yi düşünüyordu esasında. Kızın ne hissettiği, duydukları karşısındaki tepkisi gözünde canlanıyor hayatında ilk defa bir insanla empati yapıyordu.
"Berkan hadi defol! Bağırtma beni."
"Lan ne güzel işte iyice kaynaşırız Bilge ile. Arayı da düzelttik hem."
Barış ayaklandı, arkadaşını da kolundan tutup kaldırdı. "Sen bir daha Bilge'nin yüzünü nah görürsün. İzin verir miyim?"
"Aman!" Dedi Berkan. "Ne kıymetli Bilge'n varmış."
"Kıymetli tabii."
Berkan daha fazla israr etmedi. Bir yerlerde Bilge ile tekrar denk geleceğini ümit ederek ayrıldı arkadaşının evinden.
Akşam yemeğinde Bilge, Yelda ve Barış; Bilge'nin altını yaktığı tavuğun kurtarılmış tarafını yerken sohbet ediyordu.
"Bir gün bir baktım senin fotoğrafını yollamış, kahve yaparken. Bak sizin gibi duruyor aynı, diyor."
"Bana da aynı şeyi söyledi. Bir de izinsiz fotoğrafımı çekti." Dedi Bilge, Barış'a bir bakış atarak.
"Ama burada arkadaşı olmasına sevindim. Daha iyi gördüm yani onu. Geçen sefer geldğimde çok keyifsizdi."
"Ben de onu anlamıyorum. Arada bir düşüyor suratı ama neye düşüyor, hiç bilmiyorum. İlginç bir çar senin abin."
"Ben burada yokmuşum gibi konuşmaya devam mı edeceksiniz?"
"Sen bir dur," dedi Yelda abisine. "Biz kahvemizi kış bahçesinde baş başa içelim hatta. Biraz yalnız bırak bizi."
"Bilge üşüyor orada. Senin odana geçin."
"Isıtıcıyı açarız, bir şey olmaz." Dedi Bilge.
"Geçen sefer hasta oldun, bir hafta ayağa kalkamadın. Yelda'nın odasına geçin."
Barış'ın ısrarıyla kızlar kahvelerini alıp Yelda'nın odasına geçti. Bilge'nin artık aşina olduğu bu oda, son geldiğinden bu yana daha derli toplu duruyordu. Barış, kardeşi için ortalığa çeki düzen vermişti belli ki.
"Geçen gün beni aradığında ağlıyordu. Olanları anlattı da biraz..." tedirgin bir ses tonuyla başladı sohbete kız. "Bilge, yani ne desem bilemedim. Kafasını kırsan hakkın vardı."
Sustu kız. Konuşmak belki de iyi gelirdi ama Barış'ın kardeşine bu konuda ne anlatabilirdi ki. Ya yanlış ya da ters bir şey söyler, bir çam devirirse? O zaman Barış ile olan arkadaşlığını çöp etmez miydi? Bunu hiç mi hiç istemiyordu.
"Aslında ben öyle şeylere çok takılmam. Yani... Berkan sabaha kadar hakaret etsin bana bir kulağımdan girer, ötekinden çıkar. Gerçekten. Ama son zamanlarda biraz hassas gibiyim. Olur ya böyle ara ara aynaya bakıp kendinde milyon tane kusur bulduğun dönemler. Onlardan birindeydim."
Anlıyordu Yelda, hem de çok iyi anlıyordu. "Şimdi herkes Barış'ı yakışıklı buluyor, beğendiğini belli ediyor ya, o salak anlamaz. Ama ben tam olarak ne demek istediğini anlıyorum inan. Dünya üzerinde benim kadar kilosunu kafasına takan bir insan yoktur. Bir ara sabah akşam deli gibi tartılıyordum. Sonradan sonraya terapiler, diyetisyenler falan derken sağlıklı bir ruh haline gelene kadar neler çektim."
"Ben kilomu o kadar takmıyorum, hani çok zayıf değilim. Ama kendi bildiğimden beri böyleyim."
"Senin zaten bileklerin, kolların falan ince. İyisin yani bence. Ben sana zayıf derim."
"Değilim işte de neyse, önemli değil. Zaten diyorum ya ben takılmam böyle şeylere ama..."
Yelda sustu. Bir şeyler anlıyordu... Kendi kör abisinin göremediğini, çözemediğini hemen idrak etmişti. Bilge'nin abisine bakışları öyle yumuşak ve sevecendi ki kızın bu yoğun hisleriyle nasıl arkadaş kalmaya devam ettiğini sormak istedi.
"Ahu ile tanıştın mı?" Diye sordu Bilge'ye. "Abime bir şey demedim ama ben hiç sevmedim onu. Çok rahatsız etti beni."
Bilge kahvesini bir süre yutamadı. Ahu'yu düşünmemeye çalışıyordu. Barış'ın onu neden sevdiğini, birbirleriyle nasıl uyumlu olduklarını, baş başa neler yaptıklarını... Hayır, bunları asla düşünmeyecekti.
"Tanışmak sayılmaz. Konuşmadık bile."
"Abimi kullanıyor gibi geliyor. Yani, tamam, paraya falan zaten ihtiyacı yoktur da... zaten o anlamda değil. Yani sadece şey gibi..." sadece sevişiyorlar, demeye çalışıyordu.
"Barış mutluysa bir problem yok. Hem, o bilir ne yapacağını."
"Sanmıyorum."
Bilge de sanmıyordu. Hatta daha tanımadan ilkel bir güdüyle Ahu'dan ölesiye tiksiniyordu. Sanki Barış, Ahu ile ayrılsa kendisiyle birlikte olacaktı. Ha Ahu ha başkası. En neticede kendisi olmayacaktı adamın yanındaki.