Yazın iyiden iyiye bastırdığı Haziran'ın ilk haftasında kampüsteki çardakta son sınavlarının sorularını tartışıyorlardı. Sinem, kızın söylediği her soruya "Hayır o öyle değildi, cevap buydu." dedikçe Bilge'yi çileden çıkarıyordu. Sınavları pek iyi geçmemişti. Okulu uzatmamak için işi artık duaya kalmıştı. Kendine çok kızıyordu.Üç ay önce, Barış'ın ona eşyalarını topla git dediği günden beri adamı görmemiş, onunla konuşmamıştı. Hatta ne yaptığından bile haberdar değildi. Son hatıraları Bilge'nin kitaplıkta duran doğum günü hediyesini bir hışımla alıp başına işler açan kredi kartını makasla kestikten sonra evden çıkışıydı. Ne aramıştı Barış onu ne de merak etmişti. En çok da bu mahvetti kızı. Günlerce yatağından, haftalarca evinden çıkmadı. Ne derse gitti ne dışarı çıktı. Ama en sonunda biriken kyk'ları da suyunu çekince mecburen tekrar iş arayışına girdi.
Barış gitmişti, büyü bozulmuştu. Sonuç olarak okuldan sonra baristaların oturmasının yasak olduğu bir zincir kahvecide çalışmaya başladı 3 hafta önce. Çok zorlanıyordu. Yine iki kuruşun hesabını yapmak mecburiyetindeydi ve yine ne kadar çabalarsa çabalasın hiçbir şeye yetmiyordu. Bu ay sadece kiranın yarısını ödeyebilmişti. Yine tüm yük Sinem'e kalmıştı. Ki onun da parasının olmadığı barizdi.
Bunlar önemli değildi de... Barış sanki hiç var olmamış gibi hayatından çıkınca Bilge tüm yaşamak isteğinin yok olduğunu hissediyordu. Yataktan çıkmak için hatta nefes almak için bir sebep arıyor ancak çoğu zaman bulamıyordu. Sık sık başucundaki hediyeye bakıyor, ne kaybettiğini zaman geçtikçe daha iyi anlıyordu. Öte yandan Barış gayet iyi görünüyordu.
Geçen haftalarda şampiyonluklarını ilan etmişler, şaşalı bir kutlama yapılmış ve sosyal medyada bol bol fotoğrafları dönmüştü. Ağzı kulaklarındaydı. Son 2 maçta sakatlıktan dönüp olağanüstü performans sergilemişti. En azından Bilge'nin izlediği spor programında öyle diyorlardı. Onun adına sevindi kız. Ama kendine sadece acıyordu. Göründüğü üzere Barış hiçbir şey kaybetmemişti. Hayatına kaldığı yerden çok güzel devam ediyordu.
Sınav çıkışı eve dönünce uzun zamandır konuşmadığı Yelda, sürpriz bir şekilde aradı kızı. Açıp açmamakta tereddüt etti Bilge.
"Efendim?"
"Bilge, nasılsın aşkım? Konuşamadık uzun zamandır."
"İyiyim, sen nasılsın?" Yelda'ya tavır takınmak yapabileceği en anlamsız şey olurdu ama içinden güler yüz göstermek de gelmiyordu işte.
"Ben de iyiyim. Biraz geç aradım kusura bakma, okulla falan uğraşıyordum. Haberim yoktu bir de." Ayrılıklarından bahsediyordu.
Aslında yalandı. Barış, Bilge'yi kovduktan sonra kendisi de daha fazla o evde duramamış, gerisin geri eski evine dönmüştü. 3 aydır da oradaydı. Yani Yelda, pek tabii biliyordu. Ama kızı aramaya cesaret edememişti bir türlü.
"Önemli değil, yani arayıp ne yapacaktın zaten?"
"Oturalım mı bir gün, oturur sohbet ederiz." Tüm iyi niyetiyle soruyordu kız. Aile fertlerinin aksine Bilge'yi oldukça fazla seviyor ve sık sık da aklına geliyordu.
"Benim sınavlarım bitti, Mersin'e döneceğim."
"Gelmeyecek misin tekrar?" Bütlere mecburen gelecekti ama "Hayır," diyerek yalan söyledi kıza.
"Yaaaa...." Yelda dudağını ısırdı, canı sıkıldı. Barış Alper, sezon biter bitmez hayır diyemeyeceği bir transfer teklifi almıştı. Liverpool temsilcileri Euro 2024'ten beri takip ettikleri adamın sakatlık dönüşü gösterdiği performans da onları tatmin edince lig bitince görüşmeye başlamışlardı.