Bilge içi deliniyormuş gibi bir acıyla muhataptı Barış'ın evinden çıktığından beri. Sevgilisinin ona söyledikleri, davranışları ve evinden kovuşu... Deliler gibi düşünüyordu. Neyi yanlış yapmıştı?Adamı çok seviyordu, aşkından ölüyordu. Her şeyi göze alarak arkadaşlıklarını bozmak uğruna hislerini itiraf ederken de sadece onun varlığıyla mutlu olup adam istediği için tüm duvarlarını alçaltıp en çok korktuğu şeyleri onunla yaşarken de...Barış bunu göremiyor muydu? Bilge mahvoluyordu. Kahroluyordu. Aynaya her baktığında gördüğü bedenden, yüzünden, saçlarından, her detayından nefret ederken Barış gibi biriyle birlikte olmak kolay mıydı? Ona güvenmek ve kendisini hiç bırakmayacağını düşünmek için fazla özgüvensizdi. Özellikle adam Ahu ile birlikte olduktan sonra. Elinde değildi, kendisini ister istemez karşılaştırıyordu kadınla. Ve her seferinde omuzlarına daha büyük bir hayal kırıklığı, güvensizlik, öfke biniyordu. Sanki Ahu'nun güzel olması Barış'ın suçuymuş gibi bu öfkeyi de adama yöneltiyordu. Haksız olduğu noktaların farkındaydı. Ama kendini defalarca anlatmaya çalışmış ve her seferinde Barış onu anlamamakta ısrarcı davranmıştı. Barış'ı istememekle ilgisi yoktu bunun. Zaten istiyordu da. Ama annesinin onca sözlerini ve imalarını haklı çıkarırcasına adama kendini teslim etmeye korkuyordu. Daha birkaç ay önce tacize uğramışken kendisine dokunulmasını ve temas edilmemesini istemesi normal değil miydi? En azından bir süre tolere edilemez miydi? Bu kadar mı sabrı yoktu adamın? O zaman yaşadıkları şey sevgi ve aşk değildi ki. Sadece ve sadece Barış'ın kendisiyle sevişme isteğinden oluşan bir tür olaylar dizisiydi. Nitekim ilk gecelerinden sonra adamın aniden soğuyan tavırları, eskisi gibi Bilge'ye yaklaşmak için çaba sarf etmemesi de bu düşüncelerini doğruluyordu. Hevesini almış mıydı? Bir kere kızla seviştikten sonra aslında o kadar matah bir şey olmadığını anlamış ve daha fazlasını arzulamamıştı belki de. Şayet böyleyse kız buna nasıl dayanırdı bilmiyordu.
Öte taraftan Barış'ın bazı konularda değişen tavırlarından da bir şeyler anlıyordu. Önceleri kartını kullanması için yalvarırken en son yaptığı harcama yüzünden suratının asıldığını hissetmişti. Oysa zaten aralarında sözleşilmiş bir şeydi. Barış, olur, demişti. O zaman neden şimdi böyle yapıyordu? Hepsi lafta mıydı yoksa? Bilge ondan hiçbir şey istememişti ki en başında. Adama uzunca bir süre de direnmişti ama işte hem Barış'ın ısrarları vardı hem de artık bir nebze olsun rahat etmek istiyordu. Kendini bildi bileli üç kuruşun hesabını yapıyor, hem okuyup hem çalışıyor ve ailesine sıklıkla yük olduğunu hissediyordu. Kolay mı sanıyordu tüm bunları? Barış'ın su gibi para harcadığı ve bir nebze olsun düşünmediği hayatıyla içtiği kahveden bile kısmak zorunda kaldığı kendi hayatını nasıl eşleyebilirdi başka? Babası ameliyattan çıkıp kızla konuştuğunda sorduğu ilk soru "Buraya gelecek paran var mıydı?" olmuştu. Daha fazla bunları yaşamak istemiyordu. Barış eline bir kart tutuşturduğunda gururu incinmişti, direnmişti. Ama babasının hasta yatağında dahi Bilge'nin cebini düşünmesine dayanamamıştı. Zaten annesi yaftayı yapıştırmıştı. Barış'ın annesi de bu karta dokunmasa dahi hakkında aynı şeyleri düşünecekti. O yüzden kartı kullanmaya başlarken çekinmedi. Çünkü Barış'ın sadece iki ay sonra bu yüzden ona surat asacağı aklının ucundan bile geçmemişti. "Meblağ yüksek olunca bankadan aradılar, ben de sormadım sana ama..." Böyle demişti adam. O an telefonu ve tableti olduğu gibi iade edip parayı karta tekrar yatırmayı bile düşündü. Ama tabii bu mümkün değildi. Bu konuşmanın ardından eve gelince ikisini de masanın üzerine bırakıp saatlerce tavanı izleyerek düşünmüştü. Çok açgözlü davranmıştı. Kim bilir adam şimdi ne düşünüyordu hakkında? Ama ona da kızıyordu. O ısrar etmişti, Bilge bu yüzden böyle pervasızdı.
Yine de gurur yaptı. Hem de çok. Son tartışmalarından ve Barış onu evinden kovduktan sonra oldukça sevdiği ve Barış'ın tavrına kadar mutlulukla kullandığı telefondan sim kartını çıkardı. Eski telefonuna taktı. Tabletle birlikte resetleyip kutusuna koydu, kutuyu da dolabına. Birkaç saat sildiği uygulamaları tekrar yüklemekle falan uğraştı. İşi bittiğinde yine düşünceleriyle baş başa kaldı. Barış'a çok kızgındı. Ama yine gurursuzluk yaptı.
Bilge
Bacağın nasıl oldu?
Bu mesajına cevap beklerken evde tırnaklarını yiyerek geziyordu.
Barış
İyi
Bu kadarcık bir mesaj. Dayanamadı. İsminin üzerine basıp aradı.
"Efendim?" dedi adamın soğuk ses tonu.
"Seni merak ediyorum." dedi Bilge. "Konuşmama, anlatmama izin vermedin."
Oysa Barış onun anlatacak bir şeyi olduğunu düşünmüyordu. Yine de son bir ayrılık konuşması yapmalıydı sanırım. "Evdeyim, gel, konuşalım." Bilge onun yelkenleri suya indireceğini düşündü. Koşar adımlarla gitti adamın evine. Sadece yarım saat sonra kapısındaydı. Ama beklediği gibi bir sıcak karşılama falan olmadı.
"Geç," demişti sadece. Salona geçmişler, koltukta birbirlerine en uzak köşeye oturmuşlardı.
"Bak," dedi Bilge yumuşak bir sesle. "Pera Palas'tan sonra senin nasıl hissettiğini anlıyorum ve hak veriyorum. Özür dilerim, bin kez özür dilerim. Ama sen de beni anlamaya çalış barış. Annemin sana daha önce neler dediğini, nasıl şeyler ima ettiğini söyledim. Öyle bir baskıyla yaşıyorum ben. Annem görmese de, bilmese de ben onun gözleri hep üstümdeymiş gibi hissediyorum. Bu yüzden bu kadar mesafeliydim, karşıydım. Seninle hiçbir alakası yok. Hem olsa... niye izin vereyim sana?"
"Bilge ben o sabah aklımdan geçenleri, bana yaşattıklarını böyle basit bir özürle unutamam. Sabah kalktığında öyle baktın ki suratıma kendimi camdan atmak istedim."
"Barış..." Özür dilemişti, daha ne yapabilirdi bilmiyordu. Adamın ellerine uzanmak istedi ama Barış geri çekildi. "Barış yapma lütfen."
"Ben bir şey yapmıyorum ki. Öylece duruyorum, sen yine problem çıkaracak bir şeyler buluyorsun."
"Neden beni hiç anlamaya çalışmıyorsun? Neden sadece suçluyorsun?"
"Bilge ben seni anlamak için çok çaba sarf ettim, inan. Ama hak vermiyorum sana. Hiçbir şey seni haklı çıkarmıyor."
"Tamam, bak, bundan sonra çok daha dikkatli olac..."
"Bundan sonrası diye bir şey yok." Öyle tek düze söylemişti ki Bilge bir an yanlış duyduğunu sandı. Bir süre sadece onun yüzüne baktı ve neyi kast ettiğinden emin olmak istedi.
"Nasıl yani?"
"Bitirelim." dedi Barış. "Belli ki biz anlaşamıyoruz. Birbirimize uygun değiliz. Belli ki en başından arkadaş kalmamız gerekiyordu. Yanlış yaptık."
Baktı karşısındaki kıza. Sadece bir hafta önce ona tapıyorken şimdi nasıl bu noktaya gelmişlerdi. "Barış bunu nasıl söylersin?"
"Uzatmayalım. Sen de görüyorsun yani birbirimize çektirdiklerimizi. Olmayacak."
"Barış..." Bilge artık ağlıyordu. Biliyordu tabii. Böyle terk edileceğini, adamın eninde sonunda ondan bıkacağını...
"Eşyalarını topla istersen. Bundan sonra görüşmemek en hayırlısı."
*****
Bir sonraki bölüm için çok heyecanlıyım o yüzden bir an önce 400 yapın :)