Barış'ın sakatlanıp İstanbul'a erken döndüğünü öğrendiğinde, yalan yok, adamın en kısa sürede yanına gelmesini beklemişti. Uzun zamandır pasif olan mesaj kutularını da belki görmemişimdir, gözden kaçırmışımdır diye kontrol ediyordu. Ama adamın ne geldiği vardı ne mesaj attığı.
Belki de durumu ciddiydi. Canı sıkılmıştı. Tedavisine başlanmış, günleri yoğun geçiyordu. Hepsi olabilirdi. Küsmenin, gücenmenin ne anlamı vardı. Ama Barış, kendi ağzıyla geleceğim dediğinden bekliyordu aslında tüm bunları. Fena mı olurdu? Şimdi çıkıp gelse yani? Niye gelmiyordu? Bilge özlemişti onu.
Artık sıkıntıdan kendi kendini yemesine ramak kalmışken bir kez daha aradı adamı. Kapanmaya yakın açıldı telefon.
"Efendim?" Dedi Barış halsiz bir sesle.
"Seni merak ettim. Ne zamandır sesin soluğun çıkmıyordu."
Barış iç geçirdi. Kimseyle konuşası yoktu. Daha doğrusu Bilge ile bile konuşası yoktu. Dinlenme isteği yine reddedilmiş ve iğnelerle, uzun süren fizyoterapilerle 3 gün sonra maça çıkması bekleniyordu. Sinirliydi, agresifti.
"Çıkmış aklımdan, kusura bakma." Söz vermişti oysa görüşeceklerine, farkındaydı. Ama ne yapsaydı ki? Bacağı bu haldeyken kitapçıya gidip lak lak edecek hali yoktu.
Bilge ne diyeceğini bilemedi. Çünkü Barış'ın sesi keskin ve tonu soğuktu. Kusura bakmamasını söylerken sanki neden soruyorsun bu kadar, der gibiydi. Haklıydı. Ne diye soruyordu ki? Sanki Barış'ın ona karşı bir sorunluluğu mu vardı? Aklından çıkması niye bu kadar garip olsundu? O yüzden adama cevap veremedi bir süre. "Merak ettim de o yüzden aradım. İyiysen sorun yok."
"İyiyim." Dedi Barış. Sakatlığını konuşmak istemiyordu. Bir an önce telefonu kapatıp uyumak ona iyi gelecekti. Bu yüzden kıza "Sen nasılsın?" Diye sormayı bile unuttu.
"Sevindim. Rahatsız etmek istemedim, cidden kusura bakma. Sonra görüşürüz."
Barış pişmanlıkla ısırdı dudağını. İstemeden sert çıkmıştı. "Görüşürüz."
Telefonu kapattıktan sonra kafasını tekrar yastığa yaslayıp derin bir nefes verdi. Niye öyle demişti kıza? Dayanamadı. Hakikaten dayanamadı. Geri aradı.
"Bir şey mi oldu?" Dedi Bilge.
"Biraz tadım kaçık, ondan. Özür dilerim seni kırdıysam. Yani o sekilde konuşmak istemedim."
Bilge rahatladı. "Yok zaten anladım. Önemli değil ya, arada insan öyle patlar birilerine."
"Patladım dimi sana?" Yattığı yerden doğruldu. "Hiç dışarı çıkasım yok. Ama çıkışına gelip alayım seni. Muhabbet edelim."
Bilge sanki Barış Alper onu görüyormuş gibi kıpırdandı yerinden. Bugün de rezalet giyinmişti. Hatta gömleğinin üzerine kahve dökmüştü. "Olur da nereye gideceğiz. Benim üstüm pek müsait değil."
Barış'ın da dışarı çıkası yoktu işte. "Bana gel rahatsız olmazsan. Zaten sizin okula yakın evim. Sabah da geçiverirsin okula. Sıkıntı olur mu sana?"
Tamamen arkadaşça gelen bu teklif kızı hiç rahatsız etmedi. Hatta mutlu oldu. Barış'ı gerçekten özlemişti. Bu yüzden beklemeden kabul etti. Barış yarım saat sonra onu almaya geldiğinde aklında tek bir şey vardı, Barış'ın evini görecekti.
Sakin bir yolculuğun ardından vardıkları ev, iki katlı genişçe bir evdi. Çok büyük olmasa da bir bahçesi vardı. Bilge boynu koparcasına bahçeye doğru eğilip karanlık da olsa çiçekleri görmeye çalışında Barış gülümesedi.
"Şuradaki ne oluyor?" Hanımeli çiçeğini işaret etti.
"Hiç bilmiyorum. Sitenin bahçıvanını görürsem sorarım."
"İnanamıyorum sana," İçeri girdiklerinde hala söyleniyordu. "Nasıl merak etmezsin bahçendeki çiçekleri? Kör olmak lazım bunun için ya da kalpsiz. Baksana ne kadar güzel?"
"Bahçeye çıkacak vaktim olmuyor ki. Eve gelebilirsem yarı baygın uyuyorum odamda. En son ne zaman mutfağa girip kahve içtin diye sor, onu da hatırlamam." Giymesi için Bilge'ye Yelda'nın terliklerini uzattı. "Ama şimdi bir hafta dinleneceğim."
"Bir hafta mı? Çokmuş valla, helal olsun. Kırmışsın sermayenin çarkını."
"Kırmak değil de," dedi Barış gülerek. Rica minnet almıştı zira izni. "Çomak soktum diyelim."
"O zaman bunun şerefine, en son ne zaman girdiğini hatırlamadığın mutfağına girelim, sana kahve yapalım."
Barış sevinçle kızı kolunun altına sıkıştırıp saçlarını çekiştirdi. Oyunbazca gülüştüler. Barış, Bilge yakınındayken Yelda veya Yeliz ile tekrar birlikteymiş gibi hissediyordu. Farkında olmadan bir konfor alanı yaratmıştı.
"Evimde şeker yok ama. Sen orta içiyordun, istersen parmağımı batırayım."
Geniş, beyaz mutfağa geçtiklerinde Bilge ruhu daralıyormuş gibi hissetti. O sarı ışık, kapalı hava ve koyu perde insanıydı. Bu kadar beyaz ışık hızı rahatsız, hatta huzursuz etti. Yine de bir şey demeden kahve makinesine yöneldi. Suyla türk kahvesini karıştırdıktan sonra pişmesi için beklerken eli istemsizce beline gitti, tek ayağını dizine yasladı. Gözü köpüğe dalmıştı ki bir deklanşör sesi duydu. Hızla çevirdi kafasını. "Ya! Fotoğrafımı mı çektin?"
"Yelda ve Yeliz de böyle kahve yapıyor, Allah çarpsın. Aynı bu pozisyonda."
"Yani?"
"Yanisi onlara da göstereceğim."
Bilge, onun bu söylediğine şaşırdı. Zira o ikisi arasındaki bu iletişimi Barış'ın tüm Dünyadan gizlenmesi gereken bir sır olduğunu sanıyordu. Ve saklıyordu da. Yani babasını arayıp "Biz Barış Alper ile arkadaşız." dememişti mesela. Adamın rahatsız olabileceğini düşünüyordu zira. Şimdi o böyle, rahatlıkla, Yelda'ya atacağım diyince aralarından sanki bir duvar daha kalkmıştı.
"Biliyorlar mı ki?"
"Neyi?"
"Beni."
"Niye bilmesinler ki?" Doğru, arkadaşını niye gizlesindi ki adam? Ne amaçla? Elbette söylemesinde bir sakınca yoktu.
"Boşver."
Kahveleri alıp kış bahçesine geçtiler. Hava biraz soğuduğundan Barış bu küçük, kapalı bahçedeki ısıtıcıyı çalıştırdı hemen. Sonra üşüdüğü her halinden belli olan Bilge'nin ayaklarının dibine çekti.
"Ayyy! Çok iyi geldi. Evin niye bu kadar soğuk ya? Yanmıyor mu kombi?"
"Yaktım aslında ama burada yok ya. Ondandır. Uzat ayaklarını dur, yakarsın öyle." Isıtıcıyı biraz ittirdi. Sonra Bilge'nin ayaklarını kendi dizinin üstüne koydu. Kız da koltukta iyice yayıldı. Barış'ın kucağındaki ayaklarını keyifle oynattı.
"Ne kadar küçük ayakların?" Barış avuçiçini kızın ayak tabanına yasladı. Çok da bahsini geçirmek istemediği bir zaafıydı, ağzından çıkıvermişti. "Boyun da kısa gerçi." Masaj yapar gibi gezdirdi parmaklarını.
"Gıdıklanıyorum!" Bilge kıkırdayarak ayağını kendine çekmeye çalıştı. Barış engel oldu. Kızın tertemiz beyaz çoraplarının üzerinden masaj yapmaya devam etti.
"İyi mi?" Bilge cevap vermedi. Mayıştıkça mayıştı. Sıcağın, rahat koltuğun, kış bahçesinin ve Barış'ın tadını çıkarmak isterken iki satır sohbet edemeden, kahvesini de içemeden uyuyakaldı.
Barış da onu uyandırmamaya özen göstererek içti kahvesini. Sonra fincanını koydu yere. Dikkatlice kalktı. İsıtıcıyı çekti. Bilge'nin ufak tefek bedenini dikkatlice kucaklayıp kendi odasına yöneldi. Tek eli ve diziyle hala kızı kavrarken yatağını açtı, Bilge'yi yatırdı. Üzerini örtüp odadan çıktı.
Yarın muhakkak bahçedeki çiçeklerin ismini ögrenecekti.
*****
Diğe bölüm de hazır gibi. Oy ve yorum alırsam hemen atacağım. :)