Duymak, görmek istemiyordu hiçbir şey. Elindeki telefonu duvara çalmamak için çok başka bir çaba sarf ediyordu. Önüne düşen tivitler, Berka ve Bilge'nin birlikte görüntülenmesine dair tivitler yani, onun kıza olan özlemini perçinliyor, iyice aklıni yitirmesine sebebiyet veriyordu. Ve ayrıca... Ne işi vardı Berkan ile? Bir kafeye oturup karşılıklı gülüşerek sohbet edecekleri yakınlığa ne zaman varmışlardı? Berkan neden kendisine hiçbir şey söylememişti?
Antrenmandan sonra dayanamadı, üzerini değiştiren arkadaşına yaklaştı. "Bilge ile görüşüyor musunuz?" Diye sordu. Berkan, adamın gözlerinin içine baktı.
"Evet." Dedi sadece.
"Sebep?"
"Anlamadım?"
"Sebep diyorum, sebep?" Barış sorusunu daha agresif bir tonda yineledi. "Yok kız şöyle, yok böyle, yok çirkin yok bilmem ne... Ne diye görüşüyorsunuz?"
"Sanane birader!" Berkan'ın da onun suyuna gitmeye niyeti yoktu. Sesini yükseltti.
"Ne demek sanane? Ben seni uyardım Beko. Bir kez uyarırım."
Berkan dolabının kapağını sertçe kapatıp döndü adama. "Valla sen beni uyarma hakkını kızı hayatından çıkararak kaybettin. Arkadaş bile değilsiniz artık. Hakkın yok yani."
"Bilge bana aşık." Dedi Barış sertçe. Ne diye söylemişti bunu, konusunu açmıştı kendi de anlamadı. "Sen de farkındasın. Bir beklentin, hissin varsa diye söylüyorum. Yorma kendini."
Berkan, sinirden kıpkırmızı oldu. Barış'ın suratına bir tane geçirmemek için çok zor tuttu kendini. "Ayrıca görüşmüyor olsak bile... hiç fark etmez. O kızı üz, bak bakalım ben sana ne yapıyorum!""Senden başka kimse üzmüyor kızı, rahat ol."
*****
Bilge okuldan çıktıktan sonra Yelda'nın cevapsız aramasını gördüğünde neredeyse kalbi ağzında attı. Barış ile ilgili her şey ona bunu yapıyordu işte. Geri aradı kızı, çok gecmeden açıldı telefon.
"Nasılsın?" Diye sordu Yelda. Barış da başında telefonu hoparlöre almasını işaret etti.
"İyiyim canım, okuldan çıktım, sen?"
"Ben de öyle." Yelda, Barış'ın telefonun dibine giren kafasını ittirdi. "Müsaitsen bir kahve içelim diyecektim."
"Bu akşam çalışıyorum ama 2 saat zamanım var." Barış dudaklarını oynatarak "Nerede çalışıyormuş?" Diye sormasını işaret etti.
"Aa! Buldun mu iş? Çok sevindim. Nerede, istersen ben geleyim oraya?"
"Özel ders veriyorum çocuklara."
"Yaaa, çok tatlı. O zaman senin dersin bitince buluşalım."
"Geç olur ama senin eve dönmen sıkıntı olabilir." Yelda hala İstanbul'a tam alışamadığından abisi tabiri caizse gölge gibi peşindeydi.
"Barış alır beni." Dedi Yelda. Ama Bilge pek memnun olmadı bundan.
"Yelda, yanlış anlamazsan, başka zaman görüşsek o zaman. Ben yüz yüze gelmek istemiyorum."
Buz kesti Barış. Bu kadar mı uzaklardı artık? Bu kadar mı görmek istemiyordu kız onu? Barış ne yapmıştı ki ona? Hislerine karşılık veremediği için bu denli cezalandırılması normal miydi?
"Saçmalama," dedi Yelda. Abisinin haline üzüldü. "Ne yapacak Barış sanki? Konuşmazsınız bile."
"Yelda... ben gerçekten kendimi onu görmeye hazır hissetmiyorum. Lütfen anlayış göster."
Yelda mecburen kapattı telefonu. Sonra abisine döndü, onun yüzünü okumaya çalıştı. Kaşlarını çatmış oturuyordu. Ne suratından bir sey anlaşılıyordu ne de tek kelime ediyordu.
"Mutlu musun?" Dedi birden. Ama kavga eder gibi değil, gerçekten ne hissettiğini anlamaya çalışır gibi sormuştu.
"Değilim." Dedi dürüstçe adam. "İnkar etmiyorum." Ayaklandı, odasına yöneldi. 2 gün önce almış olduğu hediyeyi paketiyle birlikte verdi Yelda'ya. "Görüştüğünüzde bunu verir misin? Doğum günü için haftalar önce almıştım."
"Ne aldın?" Diye sordu Yelda heyecanla. Oysa ne önemi vardı ki? Konuşmuyorlardı bile. "İnşallah pahalı bir şey almışsındır abi."
"Çok konuşma. Sen ver paketi, kendi hediyenmiş gibi. O açınca anlar zaten benim aldığımı."
"İyi," dedi Yelda. Daha fazla uzatmadı. Bilge'ye vermek üzere aldı hediyeyi.
3 gün sonra, sonunda buluşmak için uygun bir zaman bulduklarında Bilge kendisine uzatılan hediyenin Barış'tan olduğunu adı gibi biliyordu. Almamakta ısrarcı olmak istedi, hatta kalkıp giderken paketi masada bırakmayı bile istedi ama kıyamadı. Aldığı tek doğum günü hediyesiydi. Kahveleri bitip ayrıldıktan sonra küçük kutuyu yol boyu bastırdı göğsüne. Evin kapısından içeri girer girmez müthiş bir ağlamak isteğiyle doldu.Suçlu hissediyordu, her şeyi o mahvetmişti. Arkadaşlıklarını bozmuştu. Aralarının böyle olmasının sebebi ergen bir kız çocuğu gibi bir yakışıklı yüze bu kadar kanmasıydı. Her şey ne kadar ters gidebilirse o kadar ters gidiyordu. Tanıştıkları ilk gün Bilge'yi tersleyip tipim değilsin, derken haklıydı oğlan. Kızmıştı o an, kendini beğenmiş ucube, ama dönüp dolaşıp o noktaya varmışlardı.
Elleri titreye titreye gözyaşları içinde açtı paketi. "Ev araba alsam bu kadar sevinmezdi." Demişti Kerem için. Ve belli ki Bilge için de aynı şeyi düşünüyordu.
Bir müzik kutusu çıktı önce. Pembe, atlıkarıncaların döndüğü, keman sesini neredeyse bastıran bir manuel basit makineyle hoş bir hediyeydi. Bilge gözyaşlarını silip iyice eğildi hediyesinin üstüne. Atlıkarıncanın üzerindeki insan figürlerine baktı. Koyu kahve saçlarıyla tatlı bir kız çocuğu ve onun arkasında, elini kız çocuğunun omzuna atmış platin saçlı başka bir oğlan çocuğu.