Barış, kahvaltıyı sürükleyerek yatağa yaklaştırdığı sırada Bilge'nin neden bu kadar uzun duş aldığıyla ilgili tedirgindi. Sabah uyandıklarında kızı biraz suratsız görmüş, bunu akşamdan kalma haline verip görmezden gelmek istemişti. Ama 1.5 saat duş kesinlikle normal değildi. Kendisi de üstünde bornozuyla bir şeyler atıştırırken çıktı duştan.
"Güzelim?" Barış kızın yeni yıkanmış saçlarını öptü. "Sen geç bir şeyler ye. Ben de hemen yıkanıp geliyorum."
"Sen de yıkan, beraber yiyelim." Dedi Bilge. Sonra o da dönüp Barış'ı öptü.
Sabah, geceyi bizzati hatırlayarak uyanmıştı. Her şey gayet netti, Barış'a sevişmek için yalvardığını da biliyordu. Ama bunların hiçbiri sabah uyandığında hissettiği pişmanlığı yok edememişti. Keşke böyle olmasaydı, keşke kendine verdiği sözlerin daha da önemlisi Barış'a sunduğu ültimatomun arkasında durabilseydi.
Barış, hızlı bir duşun ardından bornozuyla karşısına oturdu kadının. Birlikte kahvaltı etmeye başladılar. Barış arada bir şeyler söyleyip konuşmaya çabalasa da Bilge'nin peki hali yoktu.
"Anladım," dedi sonunda Barış, elindeki çatalı tabağına sertçe bırakarak. "Biliyordum başıma bunların geleceğini. Pişman oldun, değil mi?"
Bilge, kahve fincanı dudaklarındayken adamın açıksözlülüğü karşısında donup kalmadı. Pişmanlığından ziyade bunu Barış'ın anlamış olmasına canı sıkıldı. Hepsi kendi suçuydu. Barış'ın tırnağı kadar suçu yoktu. Devam et Barış, lütfen Barış diye yalvarıp durmuştu. Üstelik sarhoş olmadığına ikna etmek için de adamı ikna etmişti. Aslında dönüp bakınca kendinin de ne denli istediğini, adamla sevişmeye gönüllü olduğunu da hatırlayabiliyordu. Şimdi kendisine sinirli olmasına rağmen sadece bir bornozla örttüğü bedenine bakıyor ve istememenin zaten mümkün olmadığını anlıyordu. O halde problem neydi? Problem tamamen kendisi ile ilgiliydi. Zayıflığına, güçsüzlüğüne kızıyor, Barış'a ettiği büyük büyük lafların hemen hemen hepsini yutmuş olmasının aciziyetini hissediyordu. Sanki Barış, onu suçlayacakmış gibi hissediyordu. Bak o kadar olmaz dedin, nasıl da koştun ilk fırsatta kollarıma, diyecekmiş gibi geliyordu. Oysa adamın aklının ucundan bile geçmiyordu. Barış tek bir şeyle ilgileniyordu, Bilge'nin mutlu olup olmadığıyla. Gerisinin, edilmiş büyük lafların, şimdiye kadar kızın uzak duruşlarının hiçbir manası yoktu.
"Pişman değilim." dedi Bilge yalan söyleyerek. Adamın buğulanan gözlerine baktı. Buna hiç hakkı yoktu, Barış'a bunu yaşatmaya, üzmeye, kırmaya. "Çok güzeldi ayrıca." dedi gülümseyerek. Bu sözlerinde samimiydi. Ama Barış, her şeyin bu kadar çözülemeyeceğini iyi bildiğinden sadece omuz silkti.
Bilge kalktı yerinden, adamın dizine oturdu. Ellerini belinde hissedince ürperdi. Dün geceki dokunuşlarını hatırladı. Uzun parmaklarını, sıcak ağzını, kuvvetli bedenini... Barış Alper, onun için bu hayattaki tüm günahların aksiydi sanki. Çığlıklar atarak isyan etmek istiyordu, adam neden bu kadar mükemmeldi? "Barış Alper..." dedi dün geceki gibi.
"Pişmansan söyle Bilge. Olanları değiştiremem, dün geceyi de silemem ama en azından bundan sonra daha dikkatli olurum. Duracaktım zaten ben. Ama o kadar ısrar ettin ki," Eliyle alnını sıvazladı adam. "Ben gerçekten istiyorsun sandım. Çok kötü hissediyorum kendimi."
"Barış," Bilge, onun elini tuttu, öptü. Sonra yanağına bastırdı dudaklarını, alnını yasladı alnına. "Ben istedim, yemin ederim. Pişman olma." En azından adam pişman olmasaydı bari. "Nasıl istemeyebilirim ki?" Elini adamı pazılarına attı. Sıkıştırdı. "Ayrıca," Barış'ın kulağına eğildi. Önce faullerinin olduğu noktayı öptü, sonra "Çok güzeldi. Sözünü tuttun." diye fısıldadı. O zaman yelkenleri indirdi Barış. Kızın dudaklarını yakaladı, öptü. Uzun uzun, bol iç çekişli bir öpücük oldu. Ayrıldıklarında adam hala ağlar gibi bakıyordu. "Bilge bırakma beni. Yalvarırım bırakma beni."
*****************
İlk gecelerinden sonra bir daha beraber olmuş değillerdi. Bilge, aklınca kendine verdiği sözleri tutuyor. Barış da hala tam anlamıyla kızın istediğini hissetmediğinden yanaşmıyordu. Ve bu durum artık Barış'ı hayatta keyif aldığı ek çok şeyden uzaklaştırmış bulunuyordu. Hatayspor maçında, ceza sahası içinde rakip forvete yaptığı faul penaltıya dönüşüp skor berabere gelince hem hocası hem taraftar çiğ çiğ yemişti onu. Evinde, bacağının arkasında ara ara hissettiği ağrıyla yorumları dinliyor ve okuyordu. Kimse memnun değildi ondan. Son aylarda düşen performansı en küçük detayına kadar yorumlanıyor ve herkes farklı bir şey söylüyordu. Kimisi onun hocayla anlaşamadığını iddia ediyordu. Doğru sayılırdı. Mersin için izin istediğinden beri Okan Hocanın gözlerini üzerinde hissediyordu. Henüz bir tartışma yaşanmamıştı, uyarı dahi almamıştı ama diken üstündeydi. Bazıları takım arkadaşlarıyla anlaşamadığını söylüyordu, ki bu bariz yalandı. Berkan dışında herkesle samimiyeti ve sohbeti gayet iyiydi. Berkan da... çok da önemli değildi. Önemli olan Bilge'ydi. Arkadaşının kalbinin kırıklığının ve keyifsizliğinin farkındaydı ama yapabileceği bir şey yoktu. Bilge ile hiçbir şansı olamazdı Berkan'ın. Bir an önce bunu kabullenip yoluna devam etmeliydi. Bu konu da bir yana, en can sıkıcı iddia, Barış'ın Ahu ile ayrıldığından beri kafasının dağının olmasının söylenmesiydi. Bu ise şu noktada doğruydu. Ahu ile ilgili ne bir düşüncesi ne de pişmanlığı vardı. Ama Bilge ile sevgili olduklarından beri hiç yoktan iki güne bir aralarında illa ki Barış'ın canını sıkacak şeyler oluyordu.
Toparlamaya çalışıyordu, sakinleşmeye çalışıyordu ama olmuyordu işte. Hatay'dan sonraki ilk maçında, Kayseri'de toparlamaya çalıştığı her şeyi mahvetti. Sağ kanattan sürdüğü topu penaltı noktasındaki Berkan'a paslamak yerine iki kişinin markajında bulunan Osimhen'e atıp tabiri caizse topu ezince maç içinde tüm takım arkadaşları ona tepki gösterdi. Çok değil, bir dakika sonra alındı oyundan. Bu da hocasının tepkisiydi. Bu maç da deplasmanda iki puan bırakınca sinirler iyice gerildi.
"Derdin ne senin lan!" dedi Berkan soyunma odasına adımını atar atmaz. Barış'a ulaşmaya çalışırken Kerem ve Yunus tuttu. "Benimle ne derdin var?" diye sordu tekrar kendisini tutan kollardan kurtulmaya çalışırken.
"Ne derdim olacak?" Barış nispeten daha sakindi.
"Niye pas atmıyorsun Berkan'a?" diye sordu Mertens. Pozisyon belli ki onun da canını fazlaca sıktığından kendini tutamamıştı.
"Hayırdır? Takımın golcüsü oldun da haberimiz mi yok?" diye sordu Barış, Berkan'a dönerek. "Saçma salak koşuyorsun ceza sahası içine. Ne işin var orada?" Haksızdı, herkes biliyordu. Karamboldeydi top. Berkan'a atsa, kesinlikle goldü. Ama işte haklısın, diyemezdi ya.
"Ulan!" Berkan çıldırdı. Kerem'den kurtulup tek eliyle Barış'ın yakasını kavradı. "Bilge'yi aldın zaten! Daha ne istiyorsun."
Herhalde gözüne perde inmesi böyle bir şeydi. Çünkü Barış, yakasındaki elden kurtulup Berkan'ın burnunu kıran yumruğu ne zaman attığını hiç hatırlamıyordu.
"Bir daha benim sevgilimin adını ağzına alırsan sikerim o ağzını!" Birileri de onu tutmaya çalıştı ama nafile. Ortalık çoktan karışmıştı.
"Barış!" Soyunma odasına giren Okan Hoca'nın sesi bile durdurmadı onları.
"Sevgiliymiş! Ulan ben Bilge'ye yaklaşmasam aklının ucundan bile geçmezdi. Sen ancak sikinin keyfine düşersin. Ahu'yu da..." Devam edemeden Kerem, arkadaşının ağzını kapattı elleriyle.
"Amınakoduğumun çocuğu seni!" Barış da tekrar hamle yaptı ona doğru. Berkan'a neredeyse ulaşmış da sayılırdı ama bu sefer Viktor çekti adamı kolundan. "Sikerim seni Berkan. Akıllı ol!"
"Yeter!" Okan Hoca'nın gür sesi yankılandı. "Tek kelime daha eden kadro dışı kalır."
******
Sınır 400 diyelim yine.