On Dördüncü Bölüm

28.7K 3.1K 2.1K
                                    


Bugün günlerden cuma karne alacağız. Birçok öğrenci okula serbest kıyafetleriyle geldi bense okul kıyafetlerimi giydim çünkü ne giysem benimle dalga geçeceklerini biliyorum. Gömleğimin üzerine mavi kazağımı giydim çünkü bu kazak bana iyi geliyor. Üzerinde annemin emeği var. Arkadaşlarımın gözünde her ne kadar ''köylü çocuğu'' benzetmesine maruz kalsam da, bu halimden gayet memnunum. Sınıftaki bütün herkes Elazığ'dan geldiğim için beni Elazığlı sanıyor. Oysa babamın memur olmasından ve sürekli tayini çıkmasından dolayı şehir şehir geziyorum. İstanbul'da ne kadar kalacağımız belirsiz ama şu an babamın tayini çıksa arkama bakmadan kaçarım bu şehirden...

Okul bittiğinde ve kazancımı elime aldığımda kendi şehrim olan İzmir'de yaşamak istiyorum. Bu hayalimden kimsenin haberi yok. Ben hayallerini bile içine söyleyen bir çocuğum çünkü tek bir hayalim bile bilindiğinde kırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Saat on da  karnelerin sınıflarda dağıtılacağı duyruldu. Hepimiz sıralarımıza geçtik ve sınıf öğretmenimizi beklemeye başladık. 

Önce takdir ve teşekkür belgeleri alanların isimleri okundu bir de onur belgesi alanların... İsmimin okunmasını bekliyordum ama okunmuyordu. Tüm eğitim hayatım boyunca hep takdir alan bir öğrenci olmuştum ama bu sefer ismim okunmamıştı.  Karnemi elime aldığımda, fizik dersimin 1 olduğunu gördüm. Sınavlarım iyiydi, sanırım bir yanlışlık olmuştu. 

''Hocam benim bir notum yanlış yazılmış''

''Hangi ders ise hocanı bu sor Eray''

Sınıftan çıkıp fizik hocasını buldum.

''Hocam benim sınavlarım iyiydi ama notum yanlış yazılmış karneye 1 gelmiş''

''Notun doğru.''

''Hocam sınıavlarımın ikisi de dört nasıl bir gelir ki?''

''Sana söylemiştim. Kurallara uymazsan böyle canın yanar işte. İstersen itiraz et.''

''Yok hocam anladım ben''

''Bir de bilmiş bilmiş konuşma, neyi anladın ulan, çekil git gözümün önünden''


Sınıfa döndüğümde Mustafa'nın elindeki ''onur belgesi'' yazılı kağıdı gördüm. 

''Sana belge vermediler mi ezik?'' dedi.

''Yok fizik dersim bir geldi'' dedim.

''Ezik belgesi vermelilerdi sana hahahahah''

Sustum ama onlar susmadı.

''Böyle susarsın işte, sana bu okulda belge yok ezik.''

Bu cesareti nereden aldıklarını anlamıyordum ama hocalara güvendikleri kesindi. O sırada yine müdür yardımcısı tarafından çağırıldım. Resmen şamar oğlanına dönmüştüm bu okulda.

''Buyurun hocam''

''Aidatını niye getirmiyorsun oğlum sen illa çağıracak mıyız?''

''İlk ders geldim odanızda yoktunuz hocam''

''Tamam ver hadi bilgisayara girelim.''

''Buyurun hocam.''


Bu aptalca tavırları ve benim küçümsemeleri öyle zoruma gidiyordu ki, elimden gelse hepsinden uzaklaşırdım. Bana yaptıkları tüm kötülükleri sadece onlardan uzaklaşarak unutabilirdim. Karneleri aldıktan sonra okuldan çıktık. Bugün refik abi'ye uğramayacaktım ''keyfine bak'' demişti. Otobüse bindiğimde bizim sınıftan Seval'i gördüm. 

''Merhaba Seval'' dedim ama cevap vermedi. Sanki hepsi bir olmuş beni görmezden geliyorlardı. Tek bir ''Merhaba'' sözücüğü bile bana daha iyi hissettirecekti ama itemiyorlardı beni. Bir gün bana bu yapılanların hesabını soracaktım ama bu bir intikam aşkı değildi. Sadece onların yaptıkları bu kötülüklerin, iyilikle yenilebileceğini görmek istiyordum. 

Eve gittiğimde yüzüm asıktı. Şimdi babama ne diyecektim. İstanbul'a geldiğimiz ilk sene başarısız bir öğrenci olmuştum. Akşam babam geldiğinde hiçbir şey demedi. Kızmadı bana. Ortama uyum sağlayamadığımı ve gerekirse hocalarımla konuşabileceğini söyledi. Buna gerek olmadığını ikinci dönem her şeyi düzelteceğimi söyledim. 

Çok utanmıştım. Utanması gereken ben değildim ama utanmıştım.

Devam eden kötülükler, gelecekte beni bekleyen güzelliklere olan inancımısürekli azaltıyordu. 

Her zaman ki gibi günlüğüme bir not düştüm. 

''Hiçbir papatya bulutlara dokunamaz. Hatta bir çoğu ayaklar altında ezilir gider. Peki kim papatyalara ezik diyebilir? Hiç kimse! Ben bulutlara dokunduğum gün, üzerime basanların hepsi çok uzakta olacak. Yaşa Eray, dünyanın sana ihtiyacı var.''

Belki kendimi kandırıyordum ama buna mecburdum.  Beni çok daha kötü şeylerin beklediğini ikinci dönemin başlamasıyla anladım. Burada bana bir yer yoktu ve öldürmek istedikleri şey bedenim değil ruhumdu. 

''Mustafa'nın kaybolan saati,  Eray Aydan'ın çantasından çıkmış.'' 

Okul bu dedikoduyla çalkalanırken, ben her zamanki gibi müdür yardımcısının odasında başıma gelecekleri bekliyordum.

^^ Yorumların hepsini okuyorum, arkadaşlığınız için çok teşekkür ederim ^^

Gökkuşağına Aşık Aptal Bir Bulut #Wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin