42. Bölüm(İki Sarhoş)

8.7K 544 105
                                    

Multi süper len :D Hayırlı ramazanlar, iyi okumalar.

***

Ayça'dan...

Genelde bir tıkırtıyla uyanıp yataktan kalkacak bir insan değildim ama gelen sesler beni şüpheye sokmuştu. Korku filmlerindeki gibi ilk aptal kurban olup tıkırtının olduğu yere gitmeyecektim. En azından tek başıma gitmeyecektim. Önce abimi uyandıracaktım sonra da aşağı inecektik. Yatağımdan usulca kalkıp Ada ve Beril'i uyandırmamaya çalışarak üzerlerinden geçtim. Abimin odasına gittim, kapının kolunu aşağı indirip açtım ve kafamı aralıktan çıkarıp içeri göz attım. Ah! Abim ve o muhteşem(!) ayak kokusu! İğrenç! Abimi bildim bileli hep ayağı kokuyordur. Hem de ne kokmak! Burnumu sol elimin baş parmağı ve işaret parmağıyla kapatıp abimin yanına yaklaştım.

"Abi!"  Birkaç saniye onu sarsarak uyandırmaya çalışmamın ardından gözlerini kısık bir şekilde aralayıp bana baktı.

"Ne var Ayça? Uykuda bile rahat bırakmıyorsun!"  Söylene söylene gözlerini ovuşturdu.

"Aşağıdan ses geliyor. İnip bir bakalım." dedim kolundan tutup kaldırmaya çalışırken. Kolunu bıraktırıp yatakta oturur vaziyete geçti.

"Paronayaksın kızım sen. Allah bilir hiçbir şey yoktur. Boşu boşuna aşağı indireceksin beni."

"Söylenme be! Ses duydum diyorum!"
Fısıldarken sesimi ne kadar yükseltebiliyorsam yükseltmiştim.

"İyi iyi. Uyandım bir kere zaten. Gidip bir bakalım, hadi."

Ayağa kalkıp benimle beraber kapıya yöneldi. Uykusundan daha uyanamamışcasına esnedikten sonra uyku mahmurluğuyla kapıya çarptı.

"Önce benim kapıyı açmam, sonra da açılan kapıda görünen hole çıkmamız gerekiyor. Kapının içinden geçme teknolojisine henüz ulaşamadık. Yakında onu da yapar bir gavurun evladı." dedim bilmiş bilmiş.

"Abiyle dalga geçilmez. O çeneni kapa da, aşağı inelim."

Son sözü söyleyen abim, şaşırtıcı bir şekilde kapı kolunu buldu ve kapıyı açmayı başardı.

İkimiz de, yavaş ve temkinli adımlarla hole çıktık. Tıkırtılar gelmeye devam ediyordu ve ufaktan yusuf yusuf olmuştum. Abim önde ben arkada merdivenlerden inmeye başlamışken sessizce ama abimin duyacağı bir yükseklikte konuştum.  "Önce mutfağa gidelim, oklava falan alalım saldırırlarsa bitiririz işlerini." dedim kavgaya hazır bir edayla. Başıyla beni onayladığında merdivenden inmeye devam ediyorduk. Merdivenlerden indiğimizde gelen gıcırtı sesinin bizim yüzümüzden oluştuğunu hiç sanmıyordum. Zaman kaybetmeden, önce etrafa biri var mı diye göz gezdirdik. Kimseyi göremeyince mutfağa girdiğimiz gibi oklava aramaya başladık. İki dakikalık bir arayıştan sonra bir oklava ararken iki tane birden bulmuştuk. Kör istedi bir göz, Allah verdi iki göz hesabı.

İkimizin de elinde bir oklava, mutfaktan çıktığımız sırada bir fısıltı işittim. Abim bana baktı, ben abime baktım.  "Bizim oda neresiydi ki lan?"
diyordu ses. Sanki bir yerden tanıyordum bu sesin sahibini ama harfleri yutarak, belirsiz bir şekilde telaffuz ettiği için çıkaramamıştım. Ne söylediğini de tam duyamamıştım zaten.

Karşımıza çıkan, bize sırtları dönük olan iki bedeni gördüğümde hiç düşünmeden benim önümdekinin sırtına oklavayla sertçe vurdum. Adam acıyla inleyip bize döndüğünde artık kim olduğunu, sesin nereden tanıdık geldiğini çok iyi biliyordum. O oklavayı ne diye indirdiysem çocuğun sırtına! Aynı zamanda Furkan da bize doğru dönmüş, Çağatay'ın halini görünce bağırmaya başlamıştı.  "Ambulans! Ölüyor, yardım edin!"
Şimdi anlamıştım! Sarhoştu bunlar! Bunu Çağatay'la daha sonra konuşacağımı aklıma not edip abime korkuyla baktım. O da aynı yüz ifadesiyle bana bakıyordu. Annem ve babam uyanacaktı bu ikisi yüzünden!

"Sus geri zekalı! Annemler uyanacak!" dedi abim ve konuşamasın diye Furkan'ın ağzını eliyle kapattı. Ortama bir sessizlik çöktüğünde, birkaç saniye annemlerin uyanıp, buraya gelip gelmediklerini anlamaya çalıştık. Ses yoktu, uyanmamışlardı. Bir oh çektim ve oklavanın acısıyla kendisini yere atmış olan Çağatay'ın yanına çöktüm. Artık öylece durmuş bana bakıyordu, az öncekinin aksine.

"İyi misin?" dedim abime belli etmemeye çalıştığım bir endişeyle. Abim, Furkan'ın ağzını yüzünü eliyle kapatarak konuşmasını engellemeye devam ederken bir yandan Çağatay ile bana bakıyordu.

"Hastayım." dediğinde iyice endişelendim.

"Hasta mısın?"

"Evet, hem de san- " Ne dediğini, diyeceğini anladığımda aceleyle sözünü kesip konuştum.

"Evet, biliyorum sancağı çok seviyorsun. Sancak çünkü o. Bir saniye ya... Sancak mı? O ne be? Öyle bir kız mı var?"  Besbelli bitmiştim. Batırmıştım resmen. Sancak deyip sıçmıştım, kendi dediğimi saçma bulup saçmaladığımda sıvamaya başlamıştım zaten.

"Yoo, Sancak diye bir kız yok benim hayatımda sen-"

"Şengül değil mi adı? Biliyorum, şimdi hatırladım bak. Senin kafan gidik olduğu için biraz yanlış söyledin herhalde, ama ben anladım şimdi. Sorun yok, harikayız. Süper."  dedim saçma bir gülümseyişle abime bakarken. Abim Furkan'ı tutmaya devam ederken gözlerini kısmış bana bakarak, neler döndüğünü anlamaya çalışıyordu.

"Şengül de-"  Bu sefer konuşarak değil de koluna vurarak susturmayı tercih ettim ve anlamasını ümit ederek sinirli bir ifadeyle yüzüne baktım. Sonra arkamdaki abimi gösterdim ve,  "Bu kişi benim abim Çağatay." dedim.

Abim çok şükür ki, kavrayamamıştı neler döndüğünü. Bunun rahatlığıyla Çağatay'a yardım edip yerden kalkmasını sağladım, Çağatay artık konuşmuyordu. Her ikisi de -Çağatay ve Furkan- sızmak üzere gibi gözüküyordu. 'Bari yola öğlen çıkacağız' diye geçirdim içimden. Abimin bakışlarından da, aynı şeyi düşündüğünü anlayabilmiştim.

Ben ve abim; Bir yandan Çağatay ve Furkan'ı tutuyorken, elimizdeki oklavalarla beraber mutfağa girdik. Oklavaları yerine bıraktık ve Çağatay ile Furkan'ı sandalyeye oturttuk. Sert bir kahve yaptık ve içmelerini sağladık. Kahve fincanlarını alıp duruladım ve makineye koydum. Dördümüz de yorgunduk. Tabii Çağatay ile Furkan'ın yorgunluğu başkaydı, abim ile benim yorgunluğum başka. Çağatay ve Furkan bu saate kadar dışardaydılar, keyif yapmışlardı ve içmişlerdi. Yorgunlukları keyif yorgunluğuydu yani. Biz ise onları zapt edeceğiz derken yorgun düşmüştük. Artık uyumak istiyordum. Bunu fark eden abim, gülümsedi ve konuştu. "Sen git yat hadi, bunlarla ben ilgilenirim bundan sonrasında."

Aslında gidip gitmemekte emin değildim. Çağatay ya bir şey derse abime? Vallahi biteriz. Ama o an ki yorgunlukla daha fazla düşünmedim, abime gülümseyip Çağatay ve Furkan'a son kez göz ucuyla baktım ve mutfaktan çıktım.

Yatağıma yerleşip, uyumak üzere gözlerimi kapattığımda bu gecenin olaysız bitmesine sevinmiştim.

***

Ne kadar kızsanız yeridir, dövün beni hatta. O derece geciktirdim. Ben de baktım bölüm nerde yorumları çoğaldı, okuyucu isyanda kısa da olsa hemen bir bölüm ekleyeyim dedim. Affınıza sığınıyorum, kusura bakmayın lütfen. Bu arada 125 Bin'imiz hayırlı olsun :D

Kafan Mı Güzel?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin